herkese,herkeslere


doğdum goncalardan tazeyim şimdi
ama kokum sırf bana değil
sırf bana değil güneşler
herkese,herkeslere uçan 
balonlarım...



doğdum geceye doğan aylar gibi şimdi
kalksın kara bulutlar
dağılsın kasvetli bakışlar
herkese,herkeslere simurglarım...



doğdum yağmurlardan berrak şimdi
nehirlerim akar durur zamana karşı
kaf dağından elçiler geldi
herkese, herkeslere mektuplarım...




doğdum anamın ak sütünden temiz
kan değmedi dişlerime
beyaz güvercinler uçurdum umuda
herkese,herkeslere rengarenk kelebeklerim... 



o da özlüyormuş


                               Bugün benim doğum günüm.
İlk hediyemi de aldım okulda.ne mi?bir adet sınav...:)seviniyor muyum üzülüyor muyum anlayamadım.galiba yaşlandığımı hissetmeye başladım.gerçi hiç kendimi genç gibi hissetmedim.sanki bedenim hep böyle genç de kalbim ve ruhum taaaaaa eski çağlardan bu yana yaşıyormuş da artık bu yükü kaldıramaz olmuş gibi geliyor. genelde pek öle doğum günlerimi sevmem.çünkü yapmacık sevgi gösterileri sıkar beni çoğu zaman.ama beni her zaman önemseyen,her vakit yanımda olan arkadaşlarımın hatırlamasını isterim tabi.
       Sevgili Teoman bu doğum günleri için ne de güzel cümleler söylemiştir:
          "Bugün benim doğum günüm,
            Hem sarhoşum hem yastayım
            Bir partaburisi üstümde 
            Babamin öldüğü yaştayım"
         Karışık bir ruh hali içerisindeyim.depresyondan çıktım, şükür.böyle havada gayet müsait.çıkıp haliç yada boğaz kıyısında burnumdan dumanlar çıkara çıkara nilüfer'in caddelerde rüzgar şarkısını söylemek geçiyor içimden:
             "caddelerde rüzgar,aklımda aşk var
              gece yarısında eski yağmurlar
                 şarkı söylüyorlar sessiz usulca
              özlediğim şimdi çok uzaklarda
              .....

             o da özlüyormuş ,benim bir tanem"

        tek başıma...hem istanbulu hem kendimi dinleyip hem de dertlenmek...melankolik takılıyorum şu sıralar farkındayım ama ne de olsa blogumun ismi benim adım melankoli değil mi?takılırım, takılırım kime ne!:)
not:lütfen nilüferin şarkısıyla birlikte dinleyin.zira ben bi türlü şuraya koymayı beceremedim şarkıyı:)


ne saçmaladım




Bugün nedense üzerimde bir kırgınlık,bir depresyon havası var.daha bir alıngan oldum çıktım.ev arkadaşlarımın sözleri bile hiç yeri yokken ağır geliyor.gerçi hoş onlarla bile fazla muhabbet edesim yok,onlarda bundan gayet memnun.sınavları var çünkü.sanki benim yok...offfff acaba ben de ondan dolayı mı böyleyim?bi edebiyat parçalayasım var ama dilime hiç yakışık bişeyler gelmiyor.
      Birinin yüzünü bile hiç görmeden,sırf yazılarını okuduğun ve hayal gücüne dayanarak kendinde yarattığın birinden hoşlanmak nasıl bir şeydir ya?sanırım şu sıralar o halet-i ruhiye içerisindeyim.sanırım görmediğim birine aşık olmak üzereyim. ne alakaysa?sanırım hem depresyon hem aşık olma ihtiyacı hem de sınav stresi birleşince böyle bişey pek mümkün göründü gözüme şimdi.amaaan iyice saçmaladım.
       Böyle herşeyden kaçıp uzaklaşasım var.hava yağmurlu olsun, şemsiye de almamış olayım da sırılsıklam kedi gibi ıslanasım var.aynı resimdeki gibi kuru dallarıyla ruhumu daha da kasvetlendiren bir ağaca yaslanasım var.birine hem bağırıp çağırıp hem de ona sarılıp ağlayasım var.benim de victor gibi kara kara saçlarımı kesesim ve onlara bakıp bir daha pönküre pönküre ağlayasım var.
     Benim galiba aşık olasım var hepsinden ziyade.bunlar hepsinin belirtisi galiba da işte bir fırsat bulup...tanımadığım bu sevdiğime "zalim senin aşkından ölürsem eyvallah!"diyemeden ölesim var.kadehi ağzıma götürmeden yere çarpasım var işte.var da var.
       Melankolim ziyarete geldi yine.pek bi iyi anlaşırız onla.beni pek sever.eh ben de pek ikramda kusur etmeden mümkün olduğunca güzel ağırlarım onu.ne kadar önemli işim varsa tam da o sıra gelir.madem geldi gelene her zaman hoş-safa geldin demek adettir.biz böyle gördük.
ne saçmalıyorum ben yaaa..ufff kaldıracağım galiba bu yazıyı  ama neyse...



canı sıkılmış adam bir mim atmış:)

ya arkadaşlar ben bu mim olayını çok fazla anlayamadım yahu?nedir bu mim?ne işe yarar, yenir içilir mi?:)

1- Siz olsaydınız Dominique Strauss-Kahn'a ne fırlatırdınız. (Büyük düşünün, +18 demedim, özgün olsun, ciğerimi yiyin)
    Dondurma atardım ki çocukluğunu hatırlayıp başka ülkelerde de çocukların yaşadığını anlasın ve bulaşmasın diğer ülkelerin işine diye.


2- Kuşdili ile yayın yapmak Anayasa Mahkemesi tarafından yasalaşsa, TRT'nin yeni kanalının adı ve primetime'da yayınlanacak programın adı ne olurdu?
      Kanalın adı TRTcik olsa gerek:)"solucan nasıl yenir" de programın ismi olurdu herhalde:)

3-Dünya Ekonomik Forumundasınız, Şimon Perez'e hitap ederken hangi ingilizce kelimeleri kullanırdınız?  
        Hani şu Cem Yılmaz'ın bir filminde dediği bir kelime var ya onu söylemek isterdim ama malum şimdi onu burda dillendirmek olmaz:)o yüzden   "WE WILL ROCK YOU" demek isterdim:)


4-Üç Maymun kadar güzel bir filmle Cannes'da ödül alırken ödülünüzü kime ithaf ederdiniz (Cevaplar bir zamanların gözde yıldızı maymun Çarli'yi içermeyecek:)
      şahsen öyle pek gelemiyorum sanatsal filmlere.benim için daha hareketli olması gerek filmin ama madem sordun o zaman pek hoşlanmadığımız bir hocamız var okulda ona ithaf ederdim:)



5-Rimiley, Düm Tek tek, Diday Diday Day gibi parçaların ödüle yaklaştığını bildiğimize göre Eurovision'a hangi tekerleme ile katılmamızı önerirsiniz?
    hahah en çok da buna güldüm.benim önerim : "daldan dala atladım,sarı çiçek topladım, çiçeklerim döküldü,dere aldı götürdü" olurdu.en azından daha kafiyeli:)tekerleme olmasa da bir mumdur,iki mumdur da hiç fena değil hani:)


6-Hulki Cevizoğlu'nun yeni kurulan partinin adını daha çok oy alması için ne olarak değiştirmesini istersiniz?

       çok zor şeyler sormuşsun ya buna çalışmamıştım bak hiç.bunu boş bıraksam?mısır pürçeği olur mu ki acep?



7-Bu yıl ilki yapılan Birinci Romen Çalıştayı'nın sonrasında sizce ne oldu?

        Amerikan film repliğiyle cevap vermek istiyorum:bizim sorunumuz ne biliyor musun dostum o koca popomuzun o koca kafamızdan daha büyük olması.dolayısıyla da bişey olmadı gene.sadece koltuklarda oturanların kocaman poposunun daha da büyümesinden başka...:)



8-"Alien Predatur'e Karşı" filmi gibi bir film yapsanız, Twilight/Edvard Culin'in karşısına kimi çıkarırdınız?

     kendisinden bi türlü haz edemedim niyeyse!pek bi soğuk sima bence rolü de güzel oynamamış karşısına kar çizgifilmlerinin ünlü korkutucu başkahramanı kocaayak'ı çıkarırdım.kaptan mağara adamı da olabilirdi tabi:)



9-Michael Jackson'ın ölümünün ardından ne gibi bir gerçek çıksa şaşırırsınız?
     aslında michael jackson'ın sarışın anne-babadan doğmuş olduğu gerçeği:) 


10-Mahsun Kırmızıgül, "Güneşi Gördüm" filminin devamını çekse adı ne olurdu? 

       "Ayı da gördüm"iki farklı anlama gelebilecek biçim de yani:)
espiri bir yana ama filmi ben de beğenmiştim.özellikle empatiye vurgu yapılması bence güzel yönüydü filmin. 

iç açıcıcı bir yazı(!) 2

    Ağızlıkları takıp,galoşları giyip,vicksleri sürünüp, talimatlarımızı da aldıktan sonra içeriye girdik.içerde 3tane ceset vardı.ama içeriye ilk girdiğimiz anda o kadar dayanılmaz bir kokuyla karşılaştık ki vicks bile kar etmedi yanında.kafa muhakkak açılırdı demiştim,gittiğimizde de kafa derileri yaklaşık olarak gözleri görünmeyecek biçimde yüzülmüş ve geriye kıvrılmış olduğu için ilk anda insan oldukları fazla belli olmuyor.ama karın ve göğüs henüz açılmamıştı.uzmanlar var,doktorlar var etrafta  herkesin üzerinde özel kıyafetler,galoşlar falan filan tam bir mezbahane havası...gerçekten kurban bayramında görmeye alışık olduğumuz görüntünün aynısı.tek fark insanların masalarda olması.artık orada çalışan insanlar da bu konuda epey duyarsızlaşmışlar.yaptıkları şey o kadar sıradanmış gibi davranıyorlar ki donup kalmamak mümkün değil.

       Bize en yakın cesedi bir uzman eline neşter alarak karnını yarmaya başladı gırtlaktan başlayarak.ve tam o sırada bağırsağa kaçırdı neşteri,
bağırsak delindi ve siz de takdir edersiniz ki zaten ağır olan koku daha da fazla ağırlaştı.tam burada gerçekten dayanılmaz bir koku vardı.bu bahsettiğim ceset biraz gençti, 30'lu yaşlarında görünüyordu.yüksek bir yerden düşmüş ve ölüm sebebi buymuş.hoca dedi "işte şu sırtında gördüğünüz karalıklar ölü morlukları,bunlar ilk 8 saat(yanlış hatırlıyor olabilirim süreyi) içinde eğer ceset taşınmışsa yer değiştirirler ancak bundan sonraki zaman diliminde taşınmışsa yer değiştirmezler ve sabitleşirler" filan diye anlatıyor.diğer cesetlerden birisi daha önce intihara kalkışmış ve karnında bir bıçak izi ve dikiş  vardı."yara iyileşmeye başlamış arkadaşlar,daha önceki bu kişiyi tedavi etmiş doktordan bununla ilgili bilgi isteyebiliriz.bu da aynada yüzünü yıkarken geriye doğru düşmüş,muhtemelen beyin kanaması geçirmiş" dedi.tabi bütün cesetlerden doku örnekleri alınıyor.üçüncü cesedin de kalbini tarttılar normalde olması gerekenden üç-dört kat büyük ağırlığa sahipmiş, bu da onun kalp krizi geçirmiş olabileceğine işaret ediyormuş.

         Biz tabi biraz ortama ayak uydurduk(artık ne kadar uydurulabilirse) inceliyoruz yapılan işlemleri filan,sonra ilk incelediğimiz cesede döndük.bağırsak  delinmişti demiştim.dışkı cesedin içine dağıldığı için adamlardan birisi hortum tuttu cesedin içine ve dolan suyu kepçeyle çıkarmaya çalıştı ama haliyle kepçe ufak geldiği için ondan vazgeçti.sonrasında şoka uğradığımız olay gerçekleşti.kepçeden usanan adam cesedin kafatasını alıp içindeki suyu boşaltmaya başladı.biz gülsek mi ağlasak mı bilemedik.öylece kalakaldık."A aaaa aaa..." nidalarıyla bakmış kalmışız hepimiz.hoca geldi bu hayretimizi görerek ve "arkadaşlar işte bu yüzden buna kafatası diyoruz" dedi.neyse otopsinin sonuna gelindi, kalan bütün organları tekrar içine resmen atarak gırtlağına bezler tıkadı.sonra da çuvaldıza benzer bir şeyle pamuk çuvalı diker gibi dikti.kafatası derisini dikti daha sonra da.çok küçük bi boşluk kaldığında da kafatsı kemiğini koyup tamamen dikerek otopsiyi bitirmiş oldu.
       
       Diğerlerinde bilmiyorum aynı etkiyi yaptı mı?ama ben otopsiden ziyade  olayın iç yüzünden etkilendim ben.Dedim ki kendi kendime koskoca dünyada şu insanoğlu niye savaş yapar,niye birbirini üzer,mal kavgasına düşer?sonuçta hepimiz er-geç birgün öleceksek bu hırs bu çekememezlik niye,niye bu ölümü daha erken getirmek için uğraşıyor, birbirimizin kuyusunu kazıyoruz?peki hepimizin içi resmen b.k doluyken(özür dileyerek söylüyorum) bu kibir,bu gurur,kendini beğenmişlik kime?
     
         Tüm  bunlardan sonra tekrar gider misin diye sorarsanız evet tekrar giderim.hatta ben çapraz giden bir insan olarak(yani kısaca önce ikinci dönemi  alıp sonra da  alt sınıfla birlikte ilk dönemi alıyorum.o da ayrı bir karmaşa zaten:)anlatabilirim belki onu da ilerde)ikinci dönem o dersi almasam bile gideceğim:)ama otopsiye bedenimin tabi tutulmasını kesinlikle istemem özellikle o görüntülerden sonra:)beni köyümün yağmurlarında yıkayıp direkt gömsünler:))boşversinler ölüm sebebimi filan.ben benden gittikten sonra neyleyim ölüm sebebimin öğrenilmesini:)

içacıcı bir yazı(!)



    Baştan söylüyorum çok iç-açıcı bir yazı olacaktır(!).
Geçen sene ikinci dönem adli tıp dersimiz vardı.dört seneki bütün o sıkıcı derslerden sonra epey bir ilgi çekici konusu olduğu için severek aldım diyebilirim o dersi.yaraların oluşma biçimleri,hangi yara hangi silahla oluşmuştur,ceset taşınmış mıdır,ateşli,kesici,delici,kesici-delici,künt silahlar ..vb birçok konu gördük.ama dersin en heyecanlı kısmı da sanırım otopsi kısmıydı.hoca "isterseniz otopsiye gidebilirsiniz, gitmek isteyenler listeye ismini yazıp bana versin" dedi.durur muyuz?hemen biz de arkadaşlarla grup kurduk, listeyi hocaya verdik.gün aldık ve beklemeye başladık.
       Belki biliyorsunuzdur adli tıp kurumu yenibosna'da.metrobüse bindik ve biraz aradıktan sonra nihayet ulaştık.girdik filan derken morgu gördük.kanımız çekilmeye başladı tabi.morgun içine girmedik, otopsi için ayrı bir yer vardı.hoca bir takım açıklamalar yaptı.gelen kişilerde öncelikle kimliklendirme yapılırmış ve bu çok önemliymiş.sonrasında da kafa, göğüs ve karın muhakkak açılırmış.otopsi esnasında savcı ve yanında patoloji uzmanı vs muhakkak bulunmalıymış...sanık ya da mağdur isterse yanında bir doktor daha getirebilirmiş.
    Hoca bize galoş verdi.ağzımıza da maske verdi.arkadaşlardan biri üst sınıflardan duymuş olacak hazırlıklı gelmiş,yanında vicks getirmiş.(bilirsiniz vicks ağır bir kokuya sahip olduğu için diğer kokuları duymanıza engel olur.çok da iyi yapmış doğrusu.)
biz vicks'ten burnumuza sürdük.artık girmeye hazırdık.tabi kalplerimiz de güm güm çarpıyordu ister istemez.daha önce ceset görmüştüm ama otopsi ilk defa başıma gelecekti.
    Daha uzun bir hikaye.o yüzden bu kadarla keseyim şimdilik.

      

1. karnıyarık meydan muharebesi


bu resim benim karnıyarığımın resmi değildir
benimkisi daha iyi görünüyordu. 
      
     Geçen gün evde nöbetçi bendim.(bizde nöbetçilik usulü var:))
ne yapsam ne yapsam derken karnıyarık aklıma geldi.yapabilir miyim acaba diye ani bir teredütten sonra niye yapamayacakmışım canım, neyim eksik,yaparım bilirsin dedim.artık benim için bir nefis mücadelesine dönüşmüştü.ya ben onu yaparım ya o....(Fatih'in sözü uymadı pek buraya)neyse neler diyorum ben.dağıttım iyice. ve başladım işe.gidip marketten malzemeleri aldım: patlıcan,domates, soğan

biber,-evde kıyma vardı o yüzden almadım- ve yoğurt...ha unutmadan egeli olduğum için zeytinyağı her daim evde bulunur.annemden kısa bir tarif...annem çok iyi bir aşçı olduğu için sanırım birazcık da olsa bana da geçmiş bu yeteneği...iki kelamla hallettik problemi zira o da benim anladığımı ve yetenekli olduğumu bildiği için çok ayrıntıya girmedi.mutfaktan çıkan fırtına gibi enfes yemek kokularından sonra  mükemmel duruyordu.en büyük eserim karşımdaydı işte ve başarmıştım:)
yanınada da susurluk ayranı kadar köpüklü olmasa da köpüksüz tam kıvamında bir ayran...bir öğrencinin midesi her zaman böyle yemekler bulamadığı için bütün ev arkadaşlarım masadan kalktıklarında en az yarım kilo almışlardı:)test ettim onayladım gayet güzel olmuştu.bu konuda alçakgönüllülük etmeyeceğim:)  eline sağlık devamını bekliyoruz sözlerinin ardından(ben de çok beklersiniz edalarıyla) zafer kazanmış komutan tavrıyla masadan kalktım:)
Ellerime sağlık!!!:)

bunu hatırla ama!





Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,

ayrılık atına eyer vurdun inadına.

Ama bizi unutma, hatırla ama.

Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar

yeryüzünde de var. gökyüzünde de var.

Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.





Sen her gece ay değirmisini

başına yastık edince yollarda,

dizimde yattığın geceleri hatırla ama.

Sen ey, Hüsrev'i kendine kul,

Şirin gibi bir nice güzeli esir eden,

aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim

ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.





Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında

bir aşk ovasını görmüştün hani;

safran dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaş-dolaş.

Bunu unutma, hatırla ama.





Ey Tebrizli Şems,

dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,

benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili.

Bunu unutma, hatırla ama.

17 Aralık Şeb-i Arus'muş.yani vuslat gecesi.yani aşıkın maşuka kavuşması.yeni haberim oldu bundan.(kınıyorum o yüzden kendimi.)Büyük Üstat, rum diyarının gönül ehli  ve pir-i mugan da  bizi hatırlar mı acaba?



blog arkadaşlarım benim gözümde nasıl görünüyorlar?

      Yazılarınızdan ve bloglarınızdan takip ettiğim kadarıyla ben sizi nasıl mı canlandırdım hayalimde?işte cevabı:  



    Önce Aslı'dan başlıyayım:
Kendisi bana göre tam da aha şu resimde paylaşmış olduğu gibi birisi.eksiği yok fazlası var resimdekinden:) güzel,kültürlü,ailesiyle ve çevresiyle ilişkisi harikulade olan,güleryüzlü ve sempatik bir insan.ha bir de hayatla ve kendisiyle barışık olduğuna da şüphe yok.tek problemi biraz fazla hızlı yaşaması.yani tez canlı diyelim biz ona:)


  


İkinci olarak dışı katrankarası, içi dünya atlası(çok zengin anlamında) biri olan katrankarasını alalım.çok sempatik aynı zamanda çok gırgır ve şamata.sanırım hababam sınıfından fırlamış olmalı.rahatına ve doğaya da düşkün.heee aynı zamanda da romantik mi romantik:) dış görünüm itibariyle.....dur bi dakka ya ben senin hiç dış görüntünü hayal etmemişim ya:(( üzgünüm katrankarası.ama daha fazla düşünüp cevap vereceğim sonra:)


üçüncü olarak victor'a gelelim.victor'u takip ettiğim kadarıyla çok entellektüel bir kişiliği olmakla birlikte aynı zamanda çok da yakışıklı.yüzmekten filan da bahsettiği için abartıya kaçmayacak biçimde atletik ve şekilli bir vücudu olsa gerek:)ama bir o kadar narin ve ince bir yapısı var ki sanırım bunu profilindeki kedi resmine borçlu:)bir de ona siyah çok yakışıyor olmalı.uzun boylu aktif bir kişilik...ama bir takım sorular var kafasında.sanırım cevaplarını bulmakla meşgul.çevresi de  ona bu konuda pek yardımcı olmuyor anlaşılan.


Şimdi de Gayyor'a geleyim.kendisi benim için türk filmlerinin Hulusi Kentmen'i(soyismi yanlışsa af buyurun) ve adeta "senin annen bir melekti yavrum"tadında ve kıvamında bir kişilik diyebilirim.ipince,çok dokunaklı bir yapısı var.seviyor-seviliyor.insanlığa katacağı çok şey olduğunu düşünüyor ve bunda da gayet başarılı.hissiyatının derinliklerinde hayatı anlama çabasını çoktan aştığını,bu konuda nirvanaya bile ulaştığını,hatta siyah kuşak sahibi olduğunu  gösterir çok emmare var:)insanlara değer verdiğini göstermesi ise onda ayrı bir çekicilik uyandırıyor.


Wakan tanka ise bence hafif kilolu(çok değil,sevimli tombişlik olan cinsten=umarım bunun için kızmazsın bana:)) henüz sakalları yeni terlemeye başlamış,hayatı çok iyi gözlemleyip bunu çok iyi bloguna yansıtabilen bir kişi.elinde her daim atıştırmalık birşeyler bulunduran kültür ve dil yüklü biri:)ha espirili kişiliğini söylemeyi unuttum.her yazısı ayrı bir olay konusu.kendisinin gülmesi bir yana (o zaten her daim var)insanların daha çok gülmesinden zevk alan insanlardan.


veeeee en sonunda kremkaramel.kendisinin fotoğrafını görme bahtiyarlığına ermiş bir insan olarak dış görüntüsüne değinmeyeceğim.kişiliğine gelince çapkın mı çapkın:)yere bakan yürek yakan cinsten:)şiirden ve gönül dilinden anlayan,biraz hayattan çekmiş ama yılmamış mücadeleye her daim devam demiş biri.çocukluğunda biraz havalanmış bi yerleri ama hayat indirmiş sonra:) şaka şaka...


  Ne kadar tutturabildim ne kadar yanıldım lütfen herkes söylesin.bunlar tamamen benim şahsi hayal dünyama aittir.lütfen kızmayın alınmayın:)ben de sizden bekliyorum.sizce ben nasıl biri olmalıyım? hem dış görüntümü hem iç dünyamı anlatın bakalım.ben de size oldu olmadı diyeyim.

yaşasıııııııın


İlk defa bugün oda arkadşımın ney'inden düzenli olarak ses çıkarabildiğimdiğim için kendimi tebrik ediyorum ve çok sevinçliyim bu yüzden.bende bir zaman kafa yapmıştı.sanırım biraz kantarın topuzunu fazla kaçırarak fazla üflemişim, içmeden sarhoş olmuştum ki etkisi bir hayli uzun sürmüştü:)şimdi kendime ait bir ney almak vaktidir.

bir yudum hikaye


        Bugün; medeniyetin ve aşkın beşiği, biraz doğuda biraz güneyde bir yerlerden, MISIR'da yaşanmış bir aşktan bahsedelim.Mısır deyince akla gelen belki de ilk ve son aşktan: Yusuf ile Züleyha'dan.


       Mısır'ın yakıp kavuran ateşinde ve Nil ile beslenen,hayat bulan kumlarında yeşeren Züleyha'nın bu aşkı öylesine büyüktür ki,bir köleye kul eder bir bakan karısını.hem evlidir hem bakanın karısıdır ancak gözü bunların hiçbirisini görmeyecek kadar büyülüdür artık onun.kendisini kınayanlara,"Züleyha,kölesiyle oynaşıyormuş ona gönlünü kaptırmış" diyenlere verecek bir cevabı vardır elbet ve  yine aşkın bıçağıyla cevap verir.hepsini çağırıp karşılarına Yusuf'u çıkarıvermiştir ansızın ve hepsi birden ellerinde meyve bıçakları varken bu güzellik karşısında parmaklarının canlarını almışlardır,kanını toprağa dökmüşlerdir de haberleri bile olmamıştır.o zaman Züleyha  avını seyreden bir aslan olup:
-Yandığım Yusuf budur benim.siz olsanız onunla aynı evde kalıp da dayanabilir miydiniz bu güzelliğe?her geceler yakar dururken güneş ayı,nasıl olsun da kaçmasın ve güneşe bırakmasın tahtını ay deyivermiştir.

"Fakat güzelsin
güzelliğin yoruyor beni,çünkü mümkünü var,suret kasrında bir suret değilsin"
 


  dedi Züleyha.Ancak Yusuf efendisini göstererek kendisine çok iyi davrandığını ve ona asla ihanet edemeyeceğini söylemiştir.bunun üzerine Züleyha aşkının büyüklüğüyle her türlü yola başvuracak,ona sahip olmak isteyecektir.böyle anlardan birinde Yusuf'un gömleği yırtılmıştır ve tam o sırada içeri giren kocası tarafından durum görülünce,Züleyha korkuyla suçu Yusuf'a atmıştır.


"Suçlu değilsen de bana
beni suçlu kılacak kadar güzelsin
mümkünü olan bir güzelliğin sahibiysen Yusuf,
ve bu güzellik yoruyorsa beni
sen dünyanın en masum mücrimisin."


Suç bulamayacaktır Yusuf'a, her ne kadar iftira atmış olsa da.ama aşkından; pişmanlık denizindeki mum gibi erimektedir her geçen gün.
 

 "Yaradılmışların en güzeli karşısında,ruhum kadar bedenim,
kalbim kadar kalbimden çıkıp da bütün bedenimi deveran eden kanım
ve damarlarım ve bütün zerrelerim akıyorsa sana,
ben de dünyanın en mücrim masumu değil miyim?" dedi Züleyha.


Züleyha da haklı değil midir?kim yargılayabilir ki bu kadar büyük bir aşk karşısında onu?netice de söz susar,kalem susar,Nil susar yalnızca aşk konuşur ve hükmü o koyar sadece.ve Züleyha iftirasının ve aşkının cezasını Maşukuna kavuşarak çekmiştir.ne güzel bir cezadır bu vuslat!!! 



arkadaşım yumuş

    Fakülteden bir arkadaşım var.ismi yumuş olsun(gerçi o kedisinin ismi ama şimdi gerçek ismini vermeyeyim kızar mızar sonra)hatta kedi de şu:

 neyse,bu arkadaşım bir bayan.kendisiyle samimiyetimiz iyi olmakla birlikte dost değiliz.dost çok az olur çünkü,bir bilemedin iki tane belki.ama o kadar şeker o kadar tatlı bir insan ki anlatamam.sanki şeker hastalığına yakalanırsınız tadından:)yanında olmaktan büyük zevk almışımdır her zaman.nerden mi aklıma esti ondan bahsetmek?dün facebook'uma bir ileti yazmıştım.ileti, ezginin günlüğünden bir mısra:terliklerimle gelsem sana,sonunda aşkı bulmuş gibi.onun yaptığı yorum şu:
-Evi yeni temizledim içeri almam bilirsin..ama galoşa da hayır demem.

okudum, koptum zaten.ama sadece iletiye has bi durum değil.her zaman öyle.ne zaman onunla bir araya gelip de konuşsak gülmekten yerlere yatırır insanı.geçenlerde kablolu modemi olduğu için kablo almış.ama sonradan da  modem uymadığı için gidip kablolu bir modem almış.niye kablolu aldın gidip kablosuz modem alsaydın dedim.kablolar ziyan olmasın diye kablolu modem aldım dedi:)
bir de yeşilçam muhabbetimiz var ki  ne desem,nasıl anlatsam boş:)unutulmaz replikler uçuşuyor havada.kadir inanırdan,türkan ablaya,daha kimler kimler...


Velhasıl en yakın dostum,arkadaşım olmasa da yakın çevremden eşcinsel olduğumu ilk belki de tek ona söylerdim.niye bilmiyorum ama onun o samimiyeti ve güleryüzlülüğü bana o güveni veriyor.
insanın kendisini yanında mutlu hissettiği bir arkadaşı olmalı bence.yoksa insan ne için yaşıyor değil mi!şarkının da dediği gibi:
      "Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan...." 

gelecek hayali

   Ben ne cins adamım diye düşünüyorum bazen.niye mi?çünkü arkadaşlarımın bir çoğu sokakta gezerken son model bir araba gördüklerinde "ufffff!şuna bak be.kız gibi araba diyorlar":)ama nedense benim hiç ilgimi çekmiyor o araba.hatta isteksizce heee evet öyleymiş diye geçiştiriyorum.
geçenlerde arkadaşlarımdan biri hayret dolu kocaman gözlerle ilgilenmediğimi söyleyince "allah allah insan nasıl beğenmez,ilgi duymaz?" demişti.onun bu şaşırması beni şaşırtmıştı bu sefer.

  Ancak İstanbul sokaklarında dolaşmak bana acayip zevk veriyor.hele hele kimsenin bilmediği anında karşına tarihin canlı birer şahidi olarak çıkıveren tarihi evler ve sokaklar o kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam.bende belki de son model bir arabanın uyandırması gereken ilgi ve alakayı bir tek tarihi ahşap bina celbediveriyor.aynı arkadaşım buna daha hayret dolu gözlerle bakarak "ne ilginç adamsın yahu!altı üstü ev işte."diyor.ben de aynı sözlerle ona karşılık veriyorum."altı üstü araba yahu.seni bir yerlere taşısın,ayağını yerden kessin yeter."
  Hayalimdir,ileride zengin olursam osmanlı mimarisine uygun,cumbalı ve kemerli(kemer uygun olur mu bilmem ahşap eve soracağım mimara artık:))ahşap bir ev yaptıracağım.hele hele şöyle deniz kenarında çamların gölgesinde olursa ohhh değmeyin gitsin keyfime.(çam ağacı çok farklı bir atmosfer katıyor çünkü.şimdiden çamları diksem mi acaba?ancak büyürler ben zengin oluncaya kadar:))gölgesinde sıcak çay-kahve eşliğinde eş ve dostlarla ve yarenlerle ne hoş dakikalar geçirilir allah bilir:)belki de evim üstteki gibi olmalı:)

 


   Yanlış bir zamanda dünyaya gelmişim sanırım:)ve yine arkadaşlarım, zaman makinesinde yolculuk ederken yanlış durakta indiğimi söylüyorlar.bu şartlar altında haksız da sayılmazlar hani..
bedenim genç olmakla birlikte ruhum eskilere muhtaç,geçmişi özleyen bir ihtiyar gibi galiba.

bilemezsin

  Bilemezsin bu sahtelikle ne kadar sıkıntı çekerek yaşadığımı.beni tanıdığını zanneden bütün arkadaşlarım gerçekte sadece bir yönümü bilmiyorlar belki.ve bilseler sanırım hepsi kaçıp dağılacak etrafımdan.belki de bir burda beni sanal olarak tanıyan insanlar gerçek manada tanıyor.yada gerçekte hiç tanımıyor.böyle bir çelişki işte garip de olsa...


   Bilemezsin kaç geceler uykularımın hangi günah çukurlarında bölündüğünü.bilemezsin hangi hıçkırık düğümlenir, kocaman can çıkar da o küçücük söz çıkmaz  dar boğazdan.böyle bir çelişki işte garip de olsa...

    Bilemezsin insanların sevdikleriyle hangi sevdalara kanat vurduğunu da yelken açarsın sen tek başına engin ve uçsuz bucaksız denizlere,sonu olmayan uzaylara.ancak çıkamazsın,çıkarmazsın gemini istesen bile bu engin denizlerden sonsuz uzaylardan,saklarsın hep küçücük yüreğinde.böyle bir çelişki işte garip de olsa...

   Ve işte ben de bilemem neden korktuğumu.geçmişimin karanlık yüzüyle yüzleşemem.bakamam aynalara bu yüzden, belki de gerçeği haykırırlar yüzüme.nerde ben de o mangal yürek.

  bu yazıya ilham kaynağı olduğu için kremkaramel'e teşekkürler...biraz da ona cevap gibi oldu:)

ve bir veda daha



    En sevdiğim ve  onun yoğunluğu dolayısıyla yaklaşık 6 aydır görüşmediğim arkadaşlarımdan birisi dün bize geldi.hani geçen yazılarda bahsettiğim evine gidip de öpücük kondurarak kaçıp gitmek istediğim arkadaşım...gece bizde kaldı.burdan da artık İstanbul'da işi bittiği için memleketine dönecek.kim bilir yollarımız bir daha ne zaman kesişir?ya da kesişse bile aynı şeyleri paylaşmadığımız için ne kadar devam eder bu sevgi?gerçi o beni ,benim onu sevdiğim gözle sevmiyor belki.belki  haberi bile yok nasıl gözle baktığımdan ama olsun belki de sevmek karşılıklı bir fiil değildir.belki sevmenin kendisini insanlar karşılıklı hale getirdikleri için "sevmek" sevmek olmaktan çıkıyor.belki de karşılıklılık aramamak züğürt tesellisidir benim için.

  ama en çok da içime oturan şey  şu oldu:ben derse gitmiştim onu uyandırmaya kıyamadım sabahleyin.dersim öğlen bittiği için gelince birşeyler yaparız diye düşündüm öğleden sonra.ama geldiğimde yastığımın üstünde bir not buldum.kendisinin eve gitmek için hazırlanması gerektiğini,
benim de sınavlarım yakın olduğu için ders çalışmam gerektiğini söylemiş.kendine iyi bak deyip gitmiş.aklım anlasa da yüreğim anlamıyor işte."sonuçta dün vakit geçirdiniz,çocuğun da işi var,sana not da bırakmış"diyorken aklım;"neden beklemedi en azından son kez görüşseydik" diyor yüreğim.


  belki de en iyisi böyle oldu.en az dramatik olanı...

suretler

      Tatilde Bruce Wills'in(sanırım böyle yazılıyordu:)) oynadığı Suretler filmini izledim.kısaca konusu şu:insanlar dışarıya bedenleriyle çıkmak yerine beyinlerinin kontrol ettiği robotlarla hayatı yaşıyorlar.ve robotun başına tehlikeli bir olay geldiğinde kimseye birşey olmamış oluyor.bu güzel bir sonuç olmakla birlikte insanlar gerçeklikten epey bir uzaklaşmış oluyorlar.neyse bahsedeceğim o değil.ben filmi beğendim beğenmesine de, düşündüm de ya gerçekten insanlar filmdeki gibi kendi suretlerinin,görünüşlerinin uzaktan yakından alakası bile olmayan biçimde   ortalıkta dolaşsaydı nasıl kaotik bir ortam olurdu acaba?kimseye güvenemezdim ben olsam.hatta bruce amcamız filmin bir yerinde güzel avukat bir kadına lafı giydiriyor bununla bağlantılı olarak: "senin malafatını sarkıtmış şişman bir ihtiyar adam olduğunu biliyorum" diyor:)
       gerçek dünyada durum bundan ne kadar farksız gerçi, orası da tartışılabilir bir konu.ikiyüzlü insan o kadar fazla ki,insanların tek dertleri ve düşünceleri kendi çıkarları olmuş.
 eğer böyle devam ederse söylenecek tek cümle kalıyor geriye:

      "yazık adem oğlunun ve havva kızının  haline, yazık!!!"

Aşkın gözü kördür.

Hep bir bilindik hikaye vardır aşk ve çılgınlık üzerine.ama kimse ders çıkaramamıştır bu hikayeden,ne çılgınlığın ne de aşkın iletisinden.aşk ve çılgınlık bir bütün gibiler sanki, iki ileti değil de tek bir bütün ileti gibi.ileti ileti deyip duruyoruz,nedir bu ileti?ileti, verilen anlam sonuç ders anlamında bir isim.örneğin;aşk ve çılgınlık ikisi de birer ileti.tabi sadece aşk ve çılgınlık değil; yalan,sevgi,ihanet,saflık,tutku,şefkat,para hırsı hepsi birer iletidir.

İşte bir gün dünya bile olmadan,insanlar dünyaya ayak basmadan,hatta mitololojik tanrılardan da önce iyi ve kötü böyle iletiler varmış.o gün toplanmış oturuyorlarmış.
Her zamankinden çok canları sıkılıyormuş.birden saflık ortaya bir fikir atmış:

-Neden saklambaç oynamıyoruz?hepsi bu fikri beğenmiş,oyuna başlamışlar.çılgınlık ebe olmuş ve başlamış saymaya; 1,2,3,…tüm iletiler saklanacak yer aramışlar.şefkat,ayın boynuzuna asılmış.ihanet, çöp yığınının içine girmiş.yalan, bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan olduğu için gölün dibine saklanmış.sevgi, bulutların arasına kıvrılmış.tutku,dünyanın merkezine girmiş.para hırsı,bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış.ve çılgınlık 95,96,97,… derken 100’e gelmiş.aşk dışında tüm iletiler saklanmış.
Birden tüm kararsızlığını yenip son anda sıçramış güllerin arasına.çılgınlık:”önüm, arkam,sağım,solum sobe!geliyorum” demiş.ve arkasını döndüğünde ilk önce tembeli görmüş,çünkü adı üstünde bu ileti tembelmiş ki saklanacak enerjisi bile yokmuş.sonra şefkati ayın boynuzunda,sevgiyi bulutlarda,,yalanı gölün dibinde,tutkuyu dünyanın merkezinde yakalamış.biri hariç olmak üzere hepsini bulmuş.ve çılgınlık umutsuzluğa kapılmış,çünkü aşkı bulamamış.nereden bilsin ki aşkı bulmanın bu kadar zor olduğunu.

Derken haset kıskanmış ve çılgınlığın kulağına fısıldamış.”aşk güllerin arasına saklanıyor.” demiş.ve çılgınlık çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış,saplamış.ve bir haykırış duyulmuş.aşk güllerin arasından elini yüzüne kapayarak belirmiş.parmaklarının arasından kanlar akıyormuş.çılgınlık, aşkın gözlerini
çatal sopa ile yok etmiş.aşkın gözleri kör olmuş,artık görmüyormuş.çılgınlık, pişmanlıkla yanıp kavrulurken sormuş aşka:
-Seni kör ettim.senin için ne yapabilirim?aşk:
-Gözlerimi geri veremezsin ama benim kılavuzum ol.bana hayatın anlamını aktar demiş.bu hikaye de böyle bilinen bir şey.buradan çıkarılacak sonuç şudur:

Aşkı saklamak da zordur,bulmak da.aşkın gözü kördür,hep ya bir gülün yaprağında ya da sevginin kucağındabulunur.aşk ve çılgınlık hep bir bütündür.aşk neredeyse çılgınlık da oradadır.ayrıca tüm çılgınlıklar aşkı bulmakta zorlanır ama tüm çılgınlıklar da aşkın yanından ayrılmazlar.

KURBANNNNNN!!!!!!

bir kaç gün buralarda olmayacağım.şimdiden bayramanızı kutlayayım dedim.bir kaç karikatür buldum.iyi bayramlar ve iyi eğleneceler:))












 


bir şarkının özetledikleri

       Bir yunan şarkısını dinledim bugün,tekrar ve tekrar.ne dediğini anlamadan,bıkmadan, usanmadan.neden mi? bana seni hatırlattı çünkü.yanağının üzerindeki pembeye çalan rengi,teninin şeftali kokusunu,dudaklarının kırmızısını,saçlarının acımasız ve yakıcı siyahlığını...gözlerine bakmaya korktuğum geceler geldi aklıma,bakmaya kıyamadığım.tek bir şemsiye altında fısıldar gibi birbirimize  sokulduğumuz yağmurlu akşamları dünmüş gibi yeniden hatırladım.

   sonra soğuk kışlar geldi aklıma.eldivenlerimizi takıp sokaklarda akşamlara kadar;burnumuzdaki sümük donuncaya kadar yuvasına yeni dönmüş göçmen kuşlar gibi mutlu mesut cıvıldaşarak sokak sokak gezdiğimiz zamanlar...leblebi alarak birlikte mis kokulu bozadan içtiğimiz lacivert akşamlarda mutluluğun kanını gümüş bir bıçakla dökmüştük kadimleşmiş ve çökmekte olan şu dünyanın yatağına.


    baharlar vardı en saklı cennet köşelerinden kopup gelen.babilin asma bahçelerindeki güller  bile ne hafif kalırdı senin güzelliğinin, nedametinin, kokunun ve şuhluğunun yanında.açık saçık hikayeler tasvir ederken utanırdın.utanınca daha bir güzel olurdu yanakların.mezarım olurdu yanağındaki gamzeler o zaman.o çukurlukta kaybolayım isterdim.


   yaz gelirdi yazlıklarla doldurulmuş dolaplarımıza.masmavi denizde ben en güzel balıklarla birlikte hemdem olmuşken,sen martı çevikliğiyle dalar suya ve kıskıvrak yakalardın beni.bense cerrah elindeki ölü sessizliğimle kaderime razı olurdum.senin aşk neşterin yarardı göğsümü ve ne kadar saklı kalmış nefret,uçsuz bucaksız sevgi ve aşk varsa bir bir çıkarırdın bütün duygularımı. 


  ve en son sonbahar geldi buralara.sensiz uğradı bu sene.daha bir hüzün çöktü sanki bu sisli  şehrin üzerine.lanetledim bu şehri o yüzden.seni aldı diye benden.ama terkedemiyorum da, sana ait hatıraları çaldı benden.kızgınım o yüzden vermiyor bana geri.sandığa kaldırmış,hepsi sandık lekesine bulanmış.ama daha bir değerli görünüyor nedense gözüme!zamanın öğüten dişlerine inat saklayacak onları bu şehir.

HÜSN-Ü KELAM

 Hüsn-ü kelam; güzel söz,hoş laf,dimağı sarhoş eden derecede söylemlere deniyormuş.atalarımız önceden sözü sınıflara ayırmışlar. en üst mertebesi buymuş.bundan sonra geleni ise normal "laf" dediğimiz günlük konuşulan derdini anlatmaya yarayanı imiş.pek kıymet verilmeyeni ise 
"laf u güzaf"mış ki boş laf demek olurmuş.lakırdı da denebilir tahminimce.

burada hoşuma giden söz,şiir,beyit,espiri... gibi hüsn-ü kelam,laf ve laf u güzaf  ne bulursam yayınlayacağım.güncel tutmaya çalışacağım bu sayfayı.o yüzden takip edin derim, benden tavsiye:)



    (osmanlıcada görene ve köre ne sözcükleri aynı harflerle
      yazıldığı için aslında burada bir incelik söz konusu:))



Bilemezsin
Sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı
Hiçbir şey içime sinmedi
Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var?
Ya da okyanusa su.
Düşündüğüm her şey
Doğu'ya baharat götürmek gibiydi.
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok,
Çünkü sen zaten bunlara sahipsin
O yüzden sana bir ayna getirdim
Kendine bak ve beni hatırla.(MEVLANA)




müzik olarak da elveda rumelinin jeneriği:)

  
Söyle istanbul'a Kıymetini Bilsin,
istanbul Güzelse Sebebi Sensin,
Nice Yaşam dolu Şehri Alemde,
İstanbul Sultansa Tacı da Sensin


 


O kadar yol gidip de,
Ey insanoğlu!
Bastın ayağını,
Ay'ın üstüne.
Peki ya dokunabildin mi,
Yanı başındakinin yüreğine?








Kabuğunu koparmadan ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan onun yurduna...
 

                                                                               (sunay akın)

 


Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz
İki başımız var, bir tek bedenimiz
Ne kadar dönersem döneyim çevrende
Er geç baş başa verecek değil miyiz?(ÖMER HAYYAM)





KISKANÇLIK HALLERİ

Kıskançlığın da renkli renkli, ebemkuşağı gibi görüneni ve kekremsi bir tadı varmış.her taddan bir tutam, her renkten bir gram,her kokudan bir badem...iyisi de varmış, körü körüne olunca kötüsü de...yadırganmakla birlikte yargılanmamalıymış belki de."kim gökkuşağındaki renkleri keskin bir biçimde ayırabilir ki diğerinden?"

bu yüzden oldum olası sevmemekle birlikte(ama kesinlikle zevk alarak) romantik komedi filmleri izlememeye her karar verişimden ve yemin edişimden sadece bir sonraki romantik komedi filmine kadar tutabiliyorum bu sözümü.aslında olay genel itibariyle hep klasiktir.bir kız ve bir erkek ne kadar zıt yaradılışlı olurlarsa olsunlar esas oğlan başta çabalar ve çabasının boşa gittiğini görerek vazgeçtiği anda kız da hata yaptığını anlar ve geri döner.bir diğer değişik versiyonu da kız salaş ve bakımsız bir tiptir.kalın çerçeveli gözlükleri ve biraz da salaklığa kaçmakla birlikte safça hareketleri söz konusudur.ancak bir ortamda,partide mezuniyette,... sanki kendisine sihirli bir değnek dokunmuş gibi değişmiştir ve erkek kıza aşık olur.temel konu itibariyle bu iki planda birleşir romantik komediler.

ancak asıl üzerinde durmak istediğim nokta bütün bu temelli filmlerde çoğu zaman kızın gerçekte-görünürde olmayan biçimde çok güzel olması,erkeğin de çok yakışıklı olmasıdır...işte bu nokta beni kilitliyor.niye o kadar yakışıklı olmak zorundadır?
zaten filmin bütünselliği içerisinde aşk hormanlarımız tavan yaparken o karakterin çok yakışıklı olması mı gerekli illaki?beni çileden çıkartıyor bu durum.kıskanıyorum çünkü.kıskançlığın -de hali(yani bendeki hali:))bunun acıya kaçan tadı biraz ekşi.

sadece filmler değil söz konusu olan.resmen kedinin ciğere baktığı gibi sokakta korka korka bir kızın yanında hoş birini gördüğümde bakakalıyorum, ne kadar şanslı diyorum kendi kendime.
yaşamayın kardeşim aşkınızı sokakta diye bağırasım geliyor:))sevgilisi olan var olmayan var:))bu da kıskançlığın -den halidir(kızdan kaynaklanan:)) ve tadı tamamen acı olmaktadır.


başarı konusundaki hali ise "depresyon" halidir ve sizden başarılı birini gördüğünüz takdirde kazık yutmuş gibi dimdik, olduğunuz yerde donup kalmanıza sebep olur.arkasından da kısa süreli depresyon gelir ki çok uzun sürmemekle birlikte karşınızdaki kişi daha baştan sizinle iletişim kurma şansını kaybetmiştir.hatta bu tür insanlar Allah tarafından o kadar şanslı ve lütufkar davranılarak yaratılmışlardır ki depresyonun soğuk etkisi geçtiğinde içinizden küfredersiniz.bunun tadı mı?ne siz sorun ne ben söyleyeyim.herkese göre farklı farklıdır.

Mevlana'ya atfedilen bir sözde derler ki:
"KÜFÜR RUHUN YELPAZESİDİR"
SAVUR BİR TANE EY DOST,
SEN DE RUHUNU YELLENDİR. demek de farz oluyor üzerimize.

esenle kalın vesselam...

geçmiş ve itiraf

 
       Anne seninle bi iki şey konuşmam gerek.otur biraz.

anne, sana nasıl söylesem bilemiyorum.bu beni çok uzun zamandır düşündürüyor.babamla bu mevzuyu konuşamayacağımı zaten biliyorsun.o yüzden seninle konuşmaya karar verdim.
sen her zaman beni kırmadan, el üstünde tutarak ve her türlü şeyden koruyarak yanımda oldun.

aslında bu yüzden biraz da korkuyorum.senin bana kızacağından değil üzülmenden...
ama seni üzmeden de bunu nasıl anlatırım bilmiyorum.biliyorum beni her anne gibi bir eş-iş sahibi yapmak için uğraştın, didindin yıllarca.şimdi bense sana bıçak saplayan, ihanet eden biri gibi hissediyorum kendimi.

öncelikle bunca zamandır sana neler hissettiğimi anlatayım ki belki bu biraz senin anlamana yardımcı olur.

çocukken bir takım şeyler oturmuyor,hep havada kalıyor.kendimin diğer çocuklardan farklı olduğumu daha o zaman farketmekle birlikte,hep alaylara hep dışlanmalara maruz kalmıştım.Tanrı'ya o zaman beni neden böyle yarattığını sormak aklıma gelmiyordu.neden böyle davrandıklarını bilmiyordum çünkü insanların.ve bu beni çok üzüyordu,incitiyordu.bunun yanında göstermiş olduğum okul başarısı bunları hep ikinci plana itiyordu çünkü öncelikli hedef onlardı.ben kendi halinde içine kapanık
bir insan olarak dışarı çıkmayan evde sadece kümesteki tavuklarla vakit geçiren biri olup çıkmıştım böylece.

arkadaşlarım hep futbol oynadıkları için, ben de futboldan hoşlanmadığım için tamamen tek başıma kalmıştım.belki de en iyisi bu oldu!!!sonraları kendimi farkettikçe ve yeni yeni tanımaya başladıkça kendimden ürker oldum.garip tavır ve davranışlarım normal(!) insanlar gibi olmadığı için bu tür hal ve hareketlerimden sakınır, onlardan kaçar olmuştum.bir anlamda da iyi oldu aslında en azından toplumdan böylece dışlanmamış oluyordum.büyüdükçe çevrem de büyüdü.ama asıl "ben"i hiç tanımadan.onu hep gizli tuttum.bunu ben yaptım yapmak zorundaydım belki de anne...

hala daha da arkadaşlarım bilmiyor, muhtemelen de bilmeyecekler.neyi diye sorguluyorsun anne, biliyorum farkındayım ama ne olur biraz daha sabret.

arkadaşlarla yazları geceleri dışarı çıktığımızda biri var.arasıra bizimle birlikte takılıyor.ahh ondan ne kadar hoşlandığımı bir bilse.onun olduğu ortamdan bile bile kaçıyorum.alıp başımı çekip gidiyorum anne.çünkü benden haberi bile yok.
ruhu bile duymuyor onu delicesine sevdiğimi.fırtınaların ve en azgın dalgaların, yüreğim denilen kayaya nasıl çarpıp da dağıtamadığını o zaman anlıyorum anne.hatta aşık olmamak korkusuyla kaçıyorum ondan, dualar ediyorum aynı ortamda olmayalım diye.biliyorum ki onunla daha fazla görüşürsem aşık olacağım ona.ben de diyorum ki kendi kendime;

"GİT KENDİNİ ÇOK SEVDİRMEDEN"

yüreğimin ve gözyaşlarımın yağmurunda yıkanıyor yastığım.hıçkırıklara boğulmak istiyorum odama kapanıp.ama olmuyor.haykırışlarımı kimseler duymuyor.sadece ben biliyorum ve sadece Tanrı şahit oluyor yıldızsız gecelerle birlikte.

sonra üniversiteye geliyorum.burda da durum aynı.bir çok kereler bunun sadece benim bilinçaltımla ilgili olduğunu düşünüyorum;geçici bir hastalık, bir heves olduğunu.
ama değilmiş anne.durum burda da değişmedi.her ne kadar diğerini unutamamış olsam da aşık olmadığım için kabuk bağlıyor yüreğim.ama birden başka biri daha çıkıyor karşıma.aman allahım o da ne!!!yeni bir aşkın tırnakları arasında can çekişirken buluyorum kendimi.bu sefer kaçamıyorum da.çünkü aynı ortamı paylaşmak zorundayım.samimiyetimiz gittikçe artıyor.ve o gene benim ona delicesine tutkun olduğumu bilmiyor.sadece arkadaş olarak görüyor beni.sonra da dost oluyoruz.ama onun her sevgilisini anlatışı benim kıskançlık krizlerimin başı oluyor.kıskançlığımda boğulur hale geliyorum.onun da bana biraz ilgisi olduğunu düşünmeme sebep olan bir takım harketleri oluyor ama samimiyettendir diye düşünmem bişey söyleyememem demek oluyor.dün akşam onu düşledim anne.nasıl olup da kendimi ifade etsem.bir ara aklıma evine gidip tam evden çıkacakken okkalı bir öpücük kondurup kaçıp gitmek geldi.böylece onun yüzüne bakmamış olacaktım bir daha.diğer bir düşüncem de onun başını başıma dayayarak ve avuçlarımın içine alarak taaaa gözlerinin en derinlerine bakmaktı.ama olmadı anne.yapamadım.sonrasında neler olacağını tahmin bile edemezdim.şimdi bunu kontrol edebiliyordum ama o zaman benden çıkmış olacaktı bu sır.ve ben onun esiri haline gelecektim.

tek istediğim sevmek ve sevilmekti.sanırım bu da çok şey istemekti.facebook diye bir meret çıkmış dediler.sahte bir isimle oraya kaydolayım dedim belki hayatımın aşkını orda bulurum. ama o da yalanmış sonradan anladım.ordaki herkes aşk yerine hoşça, zevkli(!)ve şehvetli vakit geçirebileceği birilerini arıyormuş.o da sarmaz oldu.


olaylardan da anladığın gibi ben diğer erkekler gibi değilim anne.ben bir eşcinselim.niye şaşırdın anne,hem durup duruken niye ağlıyorsun?gözyaşlarına kan damladı birden.ne olur anne beni de daha fazla yorma.bunu sana anlatmak zaten yıpratıcı ve üzücü.


NE OLUR DUR ANNE GİTME!!GİDERSEN SEN,KALACAĞIM BU ODANIN SOĞUK ACIMASIZ SESSİZLİĞİYLE.YANIMDA KAL HİÇ OLMAZSA.yanımda ağla ağlayacaksan.ama ne olur gitme!!
zaten yüküm ağır.zaten çetin bir sınav bu benim için.biliyorum bunu kabullenmek çok zor.biliyorum bunun böle olmasını istemezdin.belki diyorsun ki kendi kendine:
"seni doğuracağıma taş doğursaydım"
haklısın belki ama ne olur dur.bütün bu düşüncelerine rağmen dur.

gidersen bişeyler kopacak sanki yüreğimden.beni teselli ve ikna et de ondan sonra git nereye gideceksen..........

"BİRDEN UYANDIM.UHHHH AMAN ALLAHIM! ŞÜKÜR, BU BİR RÜYAYMIŞ.SADECE RÜYAYMIŞ."

iki arada bir derede

ilk seneleri niyeyse hiç sevememişimdir.her zaman ilk sene kendimi sap konumunda bulduğumdan olsa gerek ortama ayak uyduruncaya ve gerek de yeni arkadaşlar edininceye kadar ortalıkta serseri ve sürüden ayrı düşmüş koyun gibi dolaşırım.hemen ısınamam insanlara.önce korku dolu gözlerle sonra süpheli ve paranoyakça...ha bunları yaparken galiba pek dışarıya yansıtmıyorum.karşımdaki her zaman kendisinden şüphelendiğimi anlamıyor.e bu da iyi bir şey:)

hep uç noktalardan uzak durmaya çalışmışımdır sonra.aykırı düşünceleri genelde içimde taşımayı,içimde yaşamayı daha kolay buluyorum galiba.belki korkaklık denebilir bunun adına ama kim beni bu konuda yargılayabilir ki!!!

belki doğum günümün de bu şekilde uç noktalardan uzak iki arada kalmamda etkisi vardır.belli mi olur?28 aralık gibi çok absürt bi tarihte;ne yeni yıla geçiş ne eski yılda kalış söz konusu.

hüzün ve kederle doluyken bir anda kendimi başkalarının yanında bulduğumda çok mutlu bi adam portreesi çizebilirim.bilgisayar oyunları beni bağımlı yapıyor kendine.adeta oynarken dünyayla ilişkim kesiliyor.bi arkadaşım çok oyun oynadığımı söyleyince:
"kaçıyorsun galiba birşeylerden" demişti.haklıydı sanırım kaçıyorum galiba bir takım şeylerden.belki de kendimden.

keşkelerim o kadar fazla ki..bunun yanında yazıklarım,eyvahlarım, kahretsinlerim....
düşünüyorum kendi kendime;o zaman niye yaşıyorum ki diye.ama bu dünyayı da terkedmiyorsun.kolay değil,yaşamak zıtlıklarla dolu hem nefret ettiğin hem en sevdiğin olabiliyor.hem tiksindiğin hem burnunun dibinde bitebiliyor ve sen ona alışıyorsun.

olur da bir gün...

Olurda bir gün bıkarsan benden
Önce gözlerini kaçır yavaşça gözlerimden
Sonra ellerin soğumaya başlasın avuçlarımda
Dilinden sevmediğim o ayrılık türküsü
Yüzünden acı bir tebessüm dağılsın dalga dalga
Ben anlarım.

Olur da bir gün bıkarsan benden
Bir bahane uydur her gelişimde sana
Varsın yalan olsun ateşler içinde yattığın
Açmayıver telefonu çığlık çığlığa bağırırken
Baktığımda pencerene kapalı olsun perdelerin
Ben anlarım

Olur da bir gün bıkarsan benden
Tüm alışkanlıklarından vazgeçmeyi dene bir kez
Acıkınca yeme susayınca içme unut nefes almayı
Bir kantar gibi tart tüm zamanı ve düşün
Eğer daha maviyse o gökyüzü daha parlak
Ben anlarım



Olur da bir gün bıkarsan benden
Öyle bir bık ki aşık olmaktan beter olsun
Düşlerine hayâllerine giremeyeceğim kadar bık
Bir yıldız gibi kayarken hayatından sessizce
Ağır gelir taşıyamam sende kalsın son sözün
Ben anlarım

Olur da bir gün bıkarsan benden
Artık titremediğini gönlünün delicesine
Özlemediğini aramadığını beni geceler boyunca
Bir hâyâl sandığını tüm gerçeği
Ve beni sevmediğini yaz beyaz bir mermere
Ben ölürüm.

(şiir bana ait değil ama kime ait bilmiyorum) 

wibiya widget