tam 3 yıl olmuş

  
   Üzgünüm gençler, aynen öyle tükkanı kapatıyoruz. Elimizde olmayan sebepler gereği... Ama başka bir çöplükte ötmeye devam edeceğim. Bunu da ancak bana mail atıp da blog sahibi olan kimselere bildireceğim. Üzgünüm ama adsızlara kapalıyım bu noktada. Sebebi de öğrenmemesini tercih ettiğim birinin blogu öğrenmiş olduğunu düşünmem. Daha rahat yazmak adına gerekli sanırım bu. Gerçi uzun zamandır müşteriyi dağıtmıştım ama  olsun napalım. Hadi selametle kalın.

depresifim gelmeyin laağğğğnnn



   Sol kulağım çınlıyor son zamanlarda.Pek hayırla yad etmiyorlar sanırım. Kendimi dinliyorum boşluktan ve bu sesler ordan aslında. Çelişkiye bakın ki kulağımdaki çınlamanın aksine sesim kısıldı. Boğazımı üşütmüşüm sanırım.Sesime en çok ihtiyacım olan zamanda tam da. Annem limon içmemi tavsiye ediyor, hiç hoşlanmamama rağmen. itiraz etmiyorum. İyi geliyor gerçi niye edeyim ki?!

  Neden mi sesime ihtiyacım var? Bişeyler söylemeliyim kırıldığıma dair. İnsanların; hayatıma girip çıkmış her bir kişinin bende bişeyler bıraktığını söylemeliyim. Zaman zaman aklıma geldiklerinde dudağımda belirsiz buruk bir gülümsemeyle hatırladığımı ama onların yüzlerinde benim onları umursadığım kadar umursamadıkları gerçeğini çıplak bir biçimde gördüğümde söylemeliyim. Hayatın aslında sadece cinsel tatminden ibaret olmadığını, gaylerin sadece gerçek sevgiyi istediklerinde ve gerçek sevginin de kaşla gözle değil duygularına dokunabildiğin birisinin varlığı halinde ortaya çıkacağını anlayabilme yeteneğine sahip olduklarında kendilerine olan özsaygıyı kazanabileceklerini, bunun sonucu olarak da çevrelerince saygıya layık bulunacaklarını söylemeliyim.

  Ama susuyorum. Gerek yok bunca boş lakırtı etmeye. Nasıl olsa dinlemeyecekler. Nasıl olsa beni; bir başkası diğerlerini kırmaya devam edecekler.Al işte, daha iki gün önce o kadar bas bas hiç bişey beklemediğimi söylediğim halde, ilk görüşelim dediğimde "Otelde kalalım mı?" diyene ne diyeyim ben.Bu yüzden susuyorum.Elim telefon rehberime sık gider oldu son zamanlarda. Rehberimi şöyle bir karıştırıp yerine koyuyorum. Sol tarafımda bir sıkıntı oluşuyor. İçimi dökmeliyim belli. Ama aynı dertlerden yakınmaktan sıkıldım arkadaşlarıma da. Muhtemeldir ki onlar da beni dinlemekten...Susmalıyım o zaman. Bloga bile yazmamalıyım hatta. Kara bir sessizliğe bürünmenin zamanı geldi. Ah bir de başarabilsem bunu! Keşke böyle olmasaydım demekten vazgeçebilsem. Keşke 'keşke'lerden bir kurtulabilsem.  'Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.' durumu yani.

   Zarife ve Can. Güvercinlerimin isimleri. Bembeyaz tüylerine karalar karışmış. Ürkek bakıyorlar bana, yem verirken. Onlara şikayet ediyorum ben de. Beni dinliyorlar sadece ve yadırgamıyorlar. Sırdaş olduk bir nevi. Anlamadıkları için sıkılmıyorlar da. Kaçmaya çalışıyorlar. Kış ortasında kuluçkaya yatacaklar. Zemherir yavrusu ile zor olacak ilgilenmesi.Ama bakacağız bir hal çaresine. Üşütmem onları yüreğimin aksine. Aşkın varlığına olan inancımı kaybedeli çok oldu.

  Hüsrev Hatemi Hoca Aşka Reddiye şiirinde ne güzel söylemiş:

  "Ve aslı olmayan bir şeye,
    Beni bunca yıl inandırdı diye,
   deDargın öleceğim Fuzuli'ye."

söverim gelmişine geçmişine:))

     
Hani bazen olur böyle, karşındaki insan sana hiç bişey yapmadığı, kötülüğü dokunmadığı hatta senin onu tanımadığın halde gıcık olduğun, bulsan bi kaşık suda boğacağın tipte insanlar. Hah bir tane baroda var bizim bu homo saphiensten. Her hafta ders almak ve ona katlanmak, hatta belki de aynı arabada olmak zorunda kalacağım.:(  Her hareketine ayrıca kıl oluyorum. Bir de üstüne üstelik E'nin belediye başkanının oğlu ve özel bi üniversitede  hukuk okumuş. Babası da avukat.Çoktan işi, bürosu,müşteri çevresi, velhasıl geleceği hazır; benim burda bunları hazırlayabilmek için bir tarafımdan kan gelmesinin aksine. Nasıl bi adalet durumu bu yahu?!!!  Kendi zekamla, dahası kendi çok çalışmam neticesinde buraya geldiğim halde çok kolayca atı alıp çoktaaan Kartal'a varmış olanları görünce  çok sinirlerim bozuluyor. Evet özel üniversiteye bu yüzden de karşıyım. Tıpayı sıksın kazansın herkes arkadaş. Sonra Bad-ı Saba stajyerken üç kuruşluk iş bulabilmek için beş kuruşluk ter dökmek zorunda ve onların yanına resmen yamak gibi sığınmak zorunda kalıyor. "Şu gördüğünü hayıra, yoranın da avradını..."  diyerek ağzımı da bozuyorum izninizle.:)( Bu bir çelişki midir yoksa?):) Oalyı da nerden girdim nasıl bağladım ben bile şaştım dahası.:)

havadan sudan


   Şu sıralar acelem var. Sanırım bir dönüm noktasına geldim hayatımda. Dananın kuyruğunun kopacağı, zurnanın da zırt dediği yerdeyim. Pazartesi bir iş görüşmesine gideceğim ayrıca stajımın bitmesine de daha 5 ay var. Ne bitmez bişeymiş pöööfff sıkıldım artık. Kalacak yer ayarlamam lazım. 

  Gönül işi mişi kalmadı. Gülliye de yalan oldu. Şu insanları anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Ne istediklerini bi kavrayabilirsem sanırım o gün nirvanaya ulaşacağım. Hatta başlı başına bir konu bile olabilir bu insan tavırlarını anlayamama meselesi. Neden söyledikleri ve tavırları, yaptıkları, içinde tuttukları farklı insanların? İşte böle ufak tefek değişiklikler hayatımda.

yaşlılık üzerine


   Yaşlılığım hiç çekilmez benim a dostlar! Huysuz, lafını çekinmez, ona buna karışan bir yaşlı olmam ama ondan aşağı da kalmam hani, hatta daha beteri... Neden mi? Bi kere genç olmama rağmen kendimi çoğu zaman yaşadığım dönemdeki gençler gibi hissetmedim. En delikanlılık çağlarımda bile kanım damarlarımda deli dolu akmadı. Hep oturaklı, aklı başında,yerince ağırlığı olan ne istediğini bilen mütevazi biri olarak bilindim. Bundan pişman mıyım? Elbette ki hayır. Ama ileriki yaşları görebilirsem; ki bundan şüphem var; duygusal, dokundukça ve eskileri hatırladıkça gözleri dolan tontiş bir dede olacağım sanırım. Bu da oldukça itici gelebilir bir çoğuna.  Şahsen dokundukça sümüğü burnunun ucundan sarkan bir dedem
olsun istemezdim.

   Bir arkadaşım beni dedesine benzetiyordu. Karakter itibariyle aynıymışız. "Al seni, elli yıl yaşlandır. Cuk diye oturur üzerine." diyor. Hatta tanıştırmak istiyordu. Ama uzak olduğu için memleketi nasip olmadı.


Burdan gençliğimde hep evde oturup elinde tespihi bacaklarını oğuşturan bir genç profili de çıkmasın tabi. Yeri geldi eğlenmesini bildim, dans ettim,güldüm, güldürdüm, mutlu oldum,mutlu etmeye çalıştım, hayattan zevk almak için azami gayret ettim. Ama hüzünlü bir taraf buldum hep şarkılarda. Kalbimin ritmi şaştı; engin,puslu, gri denizi görünce. Sonbaharda sarı yapraklar... En çok onları sevdim, hep çocukça bir sevinç verdi ne kadar hüzün verdiyse.

Bu tür insanları kısırlaştırmalı. Vatana millete zarar valla.Baksana insan ilerdeki halini düşünüp de yazı yazar mı yahu?Yok yok benden adam olmaz, hele genç hiç olmaz.Bakmayın siz genç,dinç, sağlıklı bir beden sahibi olduğuma. Ruhum yaşlanmış benim:)

söylesene kuş...?



    Hızır sonu gelip de Kasım girdi miydi kış kokusunu iyiden iyiye hissettirir. Sabah akşam yanan sobalar  artık söndürülemez olur. Bu mevsimde en çok yakınlarda nar ağacı olmasını severim. Sararmış yapraklarını bir bir döküp annemin bahçeyi her süpürüşünde söylenmesine sebep olsa da severim.

    Yazın bol bereketli günleri sona erdiğinden olsa gerek kuşlar genelde çatlak narları hırsızlamak için toplaşırlar. Bir kuş gelir. Gerdanı kınalıdır. Kendince bir şeyler mırıldanır. Öyle güzel ve içli şarkılar söyler öyle kadim masallar anlatır ki hayran bırakır kendine. Özellikle akşam vakti gelir. Acele acele bir selam verir, mırıldanır. Çok durmaz, uçup gider. Çaldığı şeyler için özür mü diler bilmem.Çok da utangaçtır. Göstermez yüzünü. Gördün mü bir kez sarı yapraklı dallar arasında şanslısın, senden bahtiyar yoktur.

    Sahi söylesene kuş, senin adın neydi?  

orda burda şurdayım


  Orda burda şurdayım bi kaç haftalığına gençler. Uzun zamandır üzerimde var olan  ölü toprağının arkasından "eşk" hayatım tüm canlılığıyla devam ediyor. Leyleği havada görmedim ama az da gezmiyorum hani. Bir bakmışım kendimi denizi olmayan B. şehrinin aquaparkında bulurken bir bakmışım odamda kapanmış ders çalışmaya çalışıyorum. (Sınava az kaldı laaaaynnnn biri bana ders çalış desin.) Bi gün önce Ankara'da bi gün sonra memleketimin büyük ama bir o kadar şirin ilçesinde Gülliyeciğimin sevgili yemeklerini yerken buluyorum kendimi.Bi gün sonra da İstanbul denizlerini aşıp geleceğim.(Buluşmak isteyen varsa diye yazıyorum ona göre alın bu ince mesajı:)))

  Blogger buluşması olacak bir nevi. Gezip tozacağım, tozu dumana katacağım heheyttt!!!Üniversite arkadaşlarımla şimdiden haberleştik ki sonradan biz Adalar'dayız sen Moda'lara gel espirisini yapmasınlar diye. sonra da kuyruğumu kısıp tekrar Gülliyecğimi gördükten sonra  Anadolunun ufak ama şirin; dedikoducu ama sakin, Gülliye'nin köy dediği ama hukuken bu tabirin caiz olmadığı  ilçesine sevenlerimin arasına döneceğim.

   Planlar bu yönde.Bakalım neler olacak göreceğiz, heyecan ve dahi "ocak başındaki kedilerin mutluluk sesleri" şeklindeki mırıltıları eşliğinde veda ediyorum şimdilik .(benzetme için bkz. Adnan Oktar)

böyle buyurdu nenem 10


   Adamıng biri evaladan elektrik olmadıından çıra getiryomuş dağdan her gün bi gucak dolusu. Emme gaası gelen gongşulana gece garanlıkta dönmesingle diye gocaman gocaman veriyomuş, pitiriveriyomuş hergün. 


  Adam bakmış olcek gibi değil. Ertesi günü gaasını da götürmüş çıra yarma. Gongşuları alışık oldeğinden çıra alma otuma bahanesiynen gine gelmişle. Gadın o akşam hemen küçücük bi parça çıra vemiş. Gongşula şaşırmış.


  - E ne oldu gız sen. Pek az veding ya çıre, dimişle.


  -İnişi va yokuşu va gara g.tten çıkışı va, dimiş gadıncık da... 

hayatımdan bir insan

   Kadir Gecesi münasebetiyle eski(henüz altı ay olmasına rağmen eski demek zorunda kalıyorum.Ne garip!) ev ve oda arkadaşımı aradım, Konuştuk uzunca bir süre. Sanırım birbirimizi özlemişiz. Onunla sohbet etmeyi seviyordum. O genelde pek bişey söylemezdi, sessiz ve sakin biriydi ama ben bilirdim onun içindeki kopan fırtınaları, hissederdim ya da. Boş bir insan değildi asla.Sadece ifade etmek istemiyordu belki, belki kelimelere daha doğrusu dile dökemiyordu kendini. Bilirdim onun gizliden kalem ve kağıda döktüğünü. Ama hiçbir zaman rastgelemedim herhangi bir bloguna, anı gibi bir hatıra defterine.Böyle birşeyi bulsam okur muydum, bu ne kadar ahlakî olurdu elbette ki tartışılabilir. Normalde insanların bu tür şeyleri için özel bir hassasiyet gösteririm, bakılmasına okunmasına karşı çıkarım ama bazıları için kendimi engelleyemiyorum.

  Çoğu zaman onunla didişirdik  yaşlı karı-koca gibi. Diğer ev arkadaşlarımdan birisi bu halimizle dalga geçer dururdu aynı bu benzetmeyle. Bazen öyle anlar olurdu, aynı frekansı yakaladığımız. Bu bir kahvaltı sofrası sonrası keyif çayı yudumlarken olabileceği gibi bazen de odada sınav zamanı ders çalışmak istemediğimiz zamanlarda yapılmış koyu bir sohbet olabilirdi rahatlıkla. O anlarda yakalıyordum toplumsal yanımla blogumu yazan iki kişiliğimin arasındaki ortak noktayı. Bunu başarabilen tek insan oydu sanırım. Herşeyden konuşabilirdim bu anlarda. Yadırganmayacağımı, yanlış anlaşılmayacağımı, hakkımda önyargılar oluşmayacağını hissettiğim anlardı.

  Dert yakındım aslında biraz. Eskiden yapmaktan çok zevk aldığım şeyleri yaparken artık eski tadı damağımda bulamadığımı söyledim, aynı şekilde
özellikle bazı duyularımda da keskinleşme olduğunu... "Acaba büyüdük ve kirlendi mi dünya?" dedim.Aynı dertten kendisinin de muzdarip olduğunu
söyledi.Ve ekledi: "Aslında şairleri vurmalı, çünkü yakışmıyorlar hayata." diye bir alıntı yaptı."Vaaaaay hacı, orjinalsin adamım." dedim. Gülüştük. Sanırım yine aynı frekansı yakalamıştık telefonda. Bu durumu ona da söyledim ve aynı biçimde onun da bu anlardan oldukça hoşnut olduğunu öğrendim. "Özledim seninle bu sohbetleri yapmayı.İstanbul'a geldiğimde bilmem yine yakalayabilir miyiz bunu ama bu sohbetlerden birini yapalım, sıcak çay ve engin bir İstanbul manzarası eşliğinde." dedim. "Çok iyi olur. Özlettin kendini." dedi.

Daha devam edecektik ama telefonumun şarjı bitmişti ve yüzüne kapanınca yarım kaldı sohbet.Teknolojinin azizliğine uğradık."Neyse ben de kapatacaktım. Sonra gene konuşalım." diye bir mesaj attım. Bu tür bi şeyin oluşması zaman alıyor.Onunla tanışalı 6 yıl olmuştu.Son iki buçuk senesinde aynı odayı paylaşmıştık. Çok konuşan bir yapısı olmasa da duygularının ve hissiyatının derinliği sayesinde belki de aramızda görünmez bağlar oluşmuştu.
Seni iyi ki tanıdım "eski" oda arkadaşım.Hayatımdaki insanlardan biri olduğun için mutluyum. İyi ki varmışsın...


pirizi bırak aksiyonu

Not: Bu bir prison break taklidi değildir tamamen gerçek olaylardan ibaret bir durumdur.
    Uzun zamandır yazamıyorum sevgili blogdaşlar. "Nirelerde fink atıyon kimbilir" diye huysuz kocakarı edalarıyla söylenenlerinize  cevabım bir avuç çemkirik olurdu ama mübarek aydayız, bayramlık ağzımı bayrama saklıyorum elbette ki:)


   Uzun lafın kısası(burda hep aklıma şu Rus arkadaşın ingilizce söylediği "long story short" deyimi geliyor ya nedense) köprünün altından epey bi su aktı.  Geçen sulardan birisi ise "Er kişi üniversiteyi bitirince baba ocağında kalmamalıdır" oldu. Çünkü bu yüzden şu an ev dışında bi yerlerdeyim. Peder Bey'le oldukça sıkı geçen bir hesaplaşmadan sonra evden kaçtım. Evet evden kaçtım bildiğin. Çantamı (Dikkat valiz değil. Çünkü çabuk döneceğimi biliyordum.) hazırlayıp bir öğle saatinde odama veda ettim. Ve doğruca Gülliyeciğimin (bu da kim lan diyenlere belki bir blog yazısı sözü verebilirim.) döşü kıllı göğsüne koştum, beni bekliyordu. 


   Yolda annem farketmiş evde olmadığımı. Aradı beni. Peder Bey'in telefonun diğer tarafından çıkma ihtimalini düşünerek ayaklarım titredi biraz ama yiğitliği de boka sürdüremezdim ve ağzımda tükürüklerimi biriktirmiştim. Beklediğim manzara oldukça farklıydı çünkü. Annem oldukça üzülmüş Peder Bey'in aksine ve dahi benim düşündüğümün... "Ben sizin için katlanıyorum yıllardır bu adama siz giderseniz ben ne yapayım şimdi?" deyince benim kopçalarım koyvermişti. Ne yapayım; annem benim her zaman yumuşak karnım, hayır diyemediğim zaafımdır. 


    Ve bugün geri döneceğim ama tabi ki belli şartlarımı da öne sürmeden değil. Varlığımın kabulünü, kimsenin yargılanmadan özgürlüğünden alıkonulamayacağını, seçme ve seçilme hakkımı(arkadaşlarımdan bahsediyorum sadece) vesaire vesaire...(önemli olan ileri sürmek değil kabul ettirmek diyor şerefsiz içsesim)


  O değil de Gülliyeciğimle de çok az vakit geçirebildik. Onun da çalışmak zorunda oluşu bu durumu etkiledi tabii. Et Tekrar-u ahsen velev ki yüz seksen demiş eskiler. Ne demişler dersen sevgili blog bu durumun tekrarına işaret ediyor. Ama tabi ki evden kaçmak kısmının kesilmiş versiyonunu ve "previosuly on pirizi bırak" şeklinde bi giriş görmek istiyoruz.

wibiya widget