blog arkası yazıları

     *Ders çalışmaya gidiyorum.İki ay sonra gelicem.
*Okul biter, ders çalışmak ve öğrencilik bitmez.
*Adalet Bakanlığı kontenjanında yer yoksa güzelim, olsun ben ayakta da giderim.
*Miras değil, alın teri(mezuniyet belgesinin arkasında şık durur.)
*İstedim vermediler, sen hukukçusun dediler.
 

bir şarkının özetledikleri



   Bir vakitler kar yağmış da yavaş yavaş eriyen karın altından boynunu uzatan bir çiçek gördüm. Koparacaktım, kıyamadım sonradan.Kızacağını biliyorum merak etme! Sonbaharda düşen yapraklar çoktan çürümeye durmuş. Yenilerini bekliyor sanırım ağaç.

    Yan komşumuz Ayşe Abla'nın kızının evi hacizden kurtulamamış diyor annem. Ama daha ucuza bir kiraya çıkmışlar. Artık kocası da hanımının yanına gelebiliyormuş böylece.  Kaynanasının gazabından kurtulabilmiş senin anlayacağın gariban adamcağız.

   Yeğenlerimden birisi karne almış geçen. Hepsi pekiyiymiş. Sanırım hediye almak şart oldu. Bu onun ilk karnesi. Geçen okuluna onu almaya gittiğimde nasıl da heyecanlıydı. Bütün arkadaşlarına pek bir caka sattı. Diğer yeğenim de nasıl tatlı olmuştur. Ufacık haliyle paytak paytak ortalığı birbirine katıyordu. Havalar soğuk değil ama bir girip bir çıkarken hasta olmamasına özen gösteriyordur annesi.Bilirsin anneler her zaman düşünürler böyle şeyleri. Hatta benim özensiz ablam bile nasıl titriyor üzerlerine. Babamla her zamanki gibiyiz, limoni. İki ay onunla nasıl geçinirim bilmiyorum. Ama annem herhalde bir yolunu bulur bizi geçindirmenin. Hem odamdan da çıkmayıveririm fazla. O zaman sıkıntı olmaz. Neyse geçeyim bu tatsız konuyu...


    Geçen Gökhan aradı. "Nasılsın?" dedi."İyiyim oldukça. Hayat işte dönüp duruyoruz etrafında." dedim. "Ne zaman geleceksin?" diye sordu. "Kısa zamanda ama belli değil henüz." "Görüşelim muhakkak geldiğinde." dedi. "Tabi ki!" dedim. Ama burdan ayrılmak istemeyen bir yarımdan bahsetmedim hiç. Senle kalacak olan yarısından.

   Sobalar kaldırılmadan bi gitmek lazım bizim oralara. Kışın tadı asıl orda çıkar. Dışardan üşüyerek geldiğinde ellerini sobanın sıcaklığında ısıtmak gibisi yoktur. Ah sen de olsaydın şimdi! Biliyorum biliyorum, sitemlerini duydum bir bir. "Bekle!" diyorsun. Elimizde başka çare yok sonuçta. 

   Kahvaltı yapmadım henüz, kızacaksın. Çayı ocağa koydum, cızırdamaya başladı. Peynir, zeytin, reçel var. Öğrenci evi malum... Kekikli yumurta yaparım istersen sana. Sen de olsaydın karşımda... 


  Gelişin çok yakın ama sanırım ben seni özledim. Çabuk gel hadi bekletme beni! Şimdilik hoşçakal.

adını sen koy



   Bizim köyün bağlı olduğu beldenin eskiden enteresan bir nüfus memuru varmış. Bilemeyeceğim adam acaba Cebrail ile ortak çalışıyor da semadan mı alıyor görevini. Lakin adam bir vakitler köyde ne kadar Ayşe,Fatma, Ahmet, Mehmet varsa değiştirmiş. Hayriye olanınkini Fikriye(fikretsinler diye), Huriye olanınkini Zikriye(memurun aile efradını bol bol zikretsinler diye herhalde) diye sallamış babam işkembe-i kübradan. İsimlerden dolayı sanırsın ki köy değil Bebek sahil kenarı. Köyün bugünkü yaşlılarının isimleri hep değişik resmiyette bu yüzden. Benim ebemle dedemin de isimleri değişik.  Hatta ablamın ismini babaannemin resmiyette ki ismini koyacaklarmış ki fena da bir isim değildi. Nedense vazgeçmişler sonradan.

   Gariban köylü insanı dememiş o vakit neden bu böyle, bizim ismimiz bu değil deyi.Kabullenmiş, sineye çekmişler bu durumu. Ne yapsın insanlar, karın doyurma derdindeler. Hoş isim deyip de geçmemek lazım. Eski Türklerde yaptığı işe göre isim alanlarımız bile vardı. Bunlardan en önemli örnek de Boğaç Han'dır herhalde.


  Bu durumun domino etkisinden midir  yoksa sosyolojik, psikolojik, hatta travmatolojik durumdan mıdır bilinmez şimdiki nesil yeni doğmuş dünya tatlısı bebeklere farklı isim bulma gayreti içerisinde. Eski isimler rağbet görmüyor artık, anlaşılan eskiye rağbet artık bit pazarlarında bile değil.

   Fıroydsal bir bakış açısı: Elbette ki istedikleri isimleri koyabilirler, sonuçta bu onların en doğal hakkı. Ama altında başka aslan mı yatar acaba bu isteğin? Kültürün en canlı olarak  yaşadığı yerler olan köylerde de mi gittikçe değişim, başkalaşım, bunun yanında biraz kokuşma, biraz modernleşme  neticesi doğacak? Bilemiyorum elbette. Ama Fıroyd amca burda olsaydı o daha iyi bir sonuca varabilirdi belki. Gerçi o da yazsa yazsa "Kalçalı kadından pançalı oğlan doğar." a bağlayabilirdi olayı ya neyse biz bitirelim burda.

ne, zam mı?

  Bugün ev sahibi gelmiş kirayı almak için. Geçen aydan söylemişti kiraya zam yapalım diye. Ev öyle fazla ahım şahım ve geniş değil ama en azından yer bakımından çok merkezi ve ulaşım hakikaten kolay. Verilebilecek en iyi fiyatı versek de neticede iki senedir kalıyoruz aynı evde ve biraz zam yapması hakkıydı.

   Ancak bu sabah geldiğinde ben duştaydım ve oda arkadaşım çıktı kapıya. Zamda anlaşmışlar ama şöyle bişey var ki biz iki yıl önce Eylül'de eve taşınmışız ve geçtiğimiz Eylül'den bu yana ödediğimiz kiraların eksiklerini de tamamlayacakmışız. Hemen tepem attı: "Öyle şey mi olur yahu? Zam geçmişe yürür mü? Madem o zaman zam yapacaktı bi ay öncesinden haber verseydi. Bu aykini zamlı ödeyelim ama bundan öncekiler için ben para mara vermem." dedim ev arkadaşıma.Bu nasıl bir kabullenmişliktir ki ev sahibine hiç birşey dememiş. Hatta daha onu haklı görüyor. "Ne var yahu öderiz!" diyor.

  Olaya fazla müdahil olmak istemiyorum çünkü bugün var yarın yokum sonuçta; sorun da istemiyorum. Ama öle bir durumda ev arkadaşlarımın da geçmiş kira dönemleri için para vermesini istemiyorum açıkçası. Ha onlar biz illa ödeyeceğiz derlerse orasına ben karışmam ama zırnık da para vermem. Hukuki olarak da alması mümkün değil zaten; arada ilk başta şu kadar sene sonra şu kadar zam olur gibi bir anlaşma olmadığı gibi  bize önceden bildirim de yok. Bu durumda neticede evden çıkarma kalıyor ki o da kolay değil. En az yarım sene uğraşır. 

   Bana kalırsa, ev arkadaşımın parası çok değilse ödememeli. Ama sanırım ödeyecekler. Gerçi ödeseler de ben para verecek değilim. Madem susuyor o zaman sonucuna da o katlanacak. Ama gene de onun cebinden para çıkacak olması beni rahatsız ediyor.Bazen bu kadar da sessiz olmamalı diyorum ben. Sen eşek olunca semer vuran çok oluyor çünkü.    

pazar geyiği

   Hep bir Apple bilgisayarım olsun istemiştim. Yaptım oldu.

devlet meselesi değil kavanoz çetelesi

    Eve çıkmış her üniversiteli gencin korkulu rüyası mıdır bu kavanozlar veya saklama kapları? Şimdi memlekete dönerken hangisini birini sığdırayım valize? On yüz bin milyon tane kavanoz var ama bir o kadar da kitap, giyecek veya ıvır zıvır şey var. Allahtan ki annem öyle elli sefer "Bak, unutma oğlum muhakkak getir." filan diyen tiplerden değil. Zira babaannemden biliyorum gına getiriyor artık söyleye söyleye. 

   Alacaksın şöyle üç beş takım. Koyacaksın bir kenara. "Al hüleyn! Bunları sürekli kullan, benden kap map isteme." diyerek  postanı koyacaksın, tek kaş havada. Yok ama anneye olmaz o , çok ayıp! 

   İyisi mi gene kapları geri götürmek herhalde! Öfff  pöffff!!! Kavanoz dipli dünya.

bir istanbul hatırası

     İnsan doğası ne ilginçtir! Biliyorum bu şehirde yaşamak istemediğimi ama neden hala ayrılmak bu kadar zor geliyor? "Bak iyice bak bu yerlere ya görürsün ya göremezsin bir daha." diyen içsesime karşı neden bir yumruk gelip oturuyor göğsüme? Tamam henüz çıkışımı alamadım bizim üniversitenin gerizekalı sisteminden dolayı. Ama her adım attığım yerin lanetli olduğunu düşündüğüm zamanlar geçip gitti mi, o kadar mıydı? Şimdi kopmak istemeyişimin, bu ısrarlı tavrımın sebebini ah bir bilsem!

    Beş buçuk yıl önce, ÖSS tercihlerini yaparken İzmir'in gelmemesi için elimden geleni yapmıştım. Çünkü İstanbul'a bir sefer gelmiş olmama rağmen aşık olmuş, o zaman ayrılırken de maşuğundan ayrılan sevgili gibi mahzun bir edayla:
 
  -Geleceğim bir gün muhakkak, diyememiş; sadece "Keşke buraya gelip burda üniversite okusam!" deyip iç geçirip gezmiştim. O zaman bu şehrin ne güzellikler barındırdığını gören gözlerim nereden bilsin bir o kadar da çamur içerdiğini. 

   Bu kadar içten istenen  dua ve sebepler manzumesinde yerine getirilen her şey elbette ki meyveye duracak ve bana tam 2 yıl sonrasında burada okuma imkanını verecekti.Ne yalan diyeyim zorlu bir üniversite hayatı oldu benim için. Ve anladım ki ne kadar süper bir bölüm olursa olsun, eğer istenen bir bölüm değilse ve severek gelinmemişse ya karın ağrıtıyor ya baş. İş hayatı da bir o kadar korkutuyor gözümü.Eğer çok isteyerek geldiğim bir alan olsaydı muhtemelen derece bile yapardım, ki şimdi okulu zor bitirdim.  Çünkü biliyorum kendime güvendiğim ve "Ben bunu yaparım ne olacak!" diyebildiğim bir alan değil. Elbette daha sonra alıştığımda yapabilirim ve eminim iyi olacağım öğrendikten sonra işimde ama önce bi beş sene kadar sürünmem gerektiğinin farkındayım.Neyse anlatacağım konu bu değil.

  Devlet yurduna başlangıçta hiç iyi bakmamıştım ve nitekim ilk zamanlar da çok küfrettim. Nerden bilebilirdim ki şimdi arkama dönüp baktığımda en güzel günlerimin ve üniversite deyince aklıma ilk gelecek anıların yurt anıları olacağını?! Fevakalade arkadaşlıklar edindim orda. Mükemmel insanlardı hepsi.(tamam bazıları o kadar değildi:)) 

  Yurttan sonra o kadar da özlemeyeceğim ev hayatı başladı. Yurt arkadaşlarımla iletişimimiz kopmamıştı elbetteki ama zayıflamıştı bağlantımız. Ve nihayet herkes işine gücüne başladıktan sonra yavaş yavaş yalnız kalmaya başlamıştım bu şehirde... En zor zamanlar da bunlar oldu herhalde. İnsanın kalabalık bir evde yüreğinin gittikçe yalnızlaşması berbat birşey doğrusu.Yalnız kalmak, yalnız olmaktan daha zormuş. Neyse ki çok uzun sürmedi.

   Şimdi tüm bu olanlar ve içindeki sevdiğim insanlar, hatıralar mı benim elimi kolumu ve yüreğimi bağlayan? Yoksa şehrin görünmez ruhu mu? Peki o zaman "Git, bu şehirde yaşanmaz!" diyen kim? Çelişkili varlık şu insanoğlu.

  Sebahattin Ali'nin  kitabında bir sözü var. Sanırım noktayı onunla koymak en güzeli olacak, düşüncelerimi bir nebze de olsa açıklayacak ve vazgeçeceğim düşünmekten:  " ...Dünyanın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düsürecek ne muthis ve karışık bir ruha maliktirniçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hukum verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?..."  

böyle buyurdu nenem 9

   Gadınıng birisi oğluna başka gövden bi gelin alasıymış. Emme gelining de dili petreme(peltek) olduundan anası öğüt veemiş. Dimiş ki:

  -Gızıım kittiing yirde hiç gonuşma da anglamasıngla petreme olduunu. Gız da "Eh!" dimiş.

    Yingi gelin nise aradan bi ay geçmiş iki ay geçmiş ne dirlese yapıyomuş emme hiç konuşmuyomuş. Gaynanası da "Acaba hata mı yaptık, kötü bi pişe mi didik de ondan mı gonuşmuyo ku biznen." diye tüşünüyomuş.  Sona bi gün aklına pişe gelmiş. Bağe(kaplumbağayı) yağa batırmış, yağlamış duzlamış sona da una buladıktan sonra tepsiye ters çevirip yatırmış.

   -Hadi gızım bunu hurunu(fırını) yak da pişir ge, dimiş. Kendisi de izlemee durmuş gelini gizliden. Gız gine hiç pişe dimeden almış tepsii götüryokene ters yatan bağanıng da ayakları oyneyomuş tabi. Gelin de bunu görene gıda kendi kendine gonuşyomuş:

   - Alla Alla! Elleen tölene deldik de elli alaklı bölekle göödük, dimiş.

oğlak erkeği

  
   Hem çalışkan, hem zeki hem de hırslı... Daha ne olsun ister bir insan diğerinden. Para kazanmak konusunda üstüne yok deseler de vallahi yalan. 

  Sistemi, düzeni sever. Dağıtmaz öle etrafını. Kıvrılır bi kedi gibi kenara oturur seyreder mırmır. Kedi demişken en az onun kadar da şüphecidir. İnanmaz, güvenmez çabuk. Ama güvendi mi de değmeyin keyfine. Sıcak görmüş muhallebi gibi kıvama gelir. Böyle üstüne titrer de titrer.


  Kendini seveni de sever.Sık eleklerden geçerek diploma almış dost candır can. Hele böle boğazına, gezmeye, hayata Polyanna gibi bakmaya meyilli biriyse inci mercandır.


   Gizli bir muhafazakar komünisttir aslında Oğlak. Bundan mütevellit kabul etmiş görünen dış görünüşünün altında ne rintlikler ne hinlikler yatar da kimse bilmez. Saman altından sadece su yürütmekle kalmayıp direkli direkli kalyonları da geçirebilir, sonradan o direkleri ne yapacaksa artık!

   Çekemeyenler cimri diyorlar. Külliyen yalan. Tutumluluk ne zamandan beridir cimrilik sayılır oldu. Kefen parası olarak koyduğumuz üç kuruşun hesabını tutuyorlar. Zor günde elaleme aman mı diyelim yani? Şemsiye girdikten sonra ağlamanın ne faydası var?!  Baştan çelik don giymek en güzeli. 

   En ideal eştir. Sadıktır, yerinde kıskançtır, uzun solukludur ilişkileri. Bi de sempatiktir ki yeme de yanında yat.Siyah nokta bulunmaz hiç üstünde, sütten çıkmış ak kaşıktır.Kısaca melektir melek. Alan bir pişman, almayan bin...

   Koş koş kız Melahat, kampanya stoklarla sınırlı.
  

   


 

miminiz sönsün he mi:)

  Kara kedi mimlemiş efenim. Konusu da batıl inançlar hakkında olacakmış.Babaannem hep anlatır  çitlembik ile çörek otunu ve nazar boncuğunu üstünde taşırsan hiç nazar değmezmiş. Çok garip. Teorisini ispatlamak için de şöyle bir hikayesi vardır:

   Adamın birinin çok kem gözleri varmış. Neye baksa hemen çatlatır, maşallah dediği üç gün yaşarmış. Bu adam bir gün birinin çok doru, çift süren öküzlerine bakmış bakmış ama bir türlü bişey yapamamış. (neden öyle bir fantazisi varsa artık!) Sahibine sormuş: " Bunlarda bişey mi var üzerlerinde?"  Sahibi de boynuzlarına çitlembik, çörek otu ve nazar boncuğu taktığını böylelikle nazardan korunduğunu söylemiş.

- Tak oğluuuum tak guzuuuum, nazarlardan korusun e mi?
  Der yakama paçama orama burama illaki iliştiriverir.
 

wibiya widget