Olay-Hikaye(tepkisizlik)


   Ona internette dolaşırken komik bulduğum bir şeyi okumuştum. Sadece tek bir cümleyi aktardığımdan olacak anlamamıştı. Açıklama yapıp anlamasını sağlamaya çalıştım. Ama her zamanki can sıkan tepkisizliğiyle tek bir kelime bile etmemişti. Ve çok doğal olarak da "Anladın mı?" diye sordum.

   Daha önce "Sürekli anladın mı diye sormaktan vazgeç." demişti. "İyi de o zaman sen de bir tepki ver ki anlayıp anlamadığının ayırdına varayım."  demiştim. "Allah Allah!" deyip geçiştirmişti. Ve işte gene aynısını yapmıştı. Gene susmuş ve tepki vermemişti. Bu da beni çileden çıkarıyordu. Sanki duvarla konuşan bir insanmışım gibi hissediyordum. Bunu ona da söyledim. Her zamanki gibi susmuştu. O sustukça sorunları aşamıyorduk. Ben her ne kadar konuşmaya çalışsam, kızdığım zamanlarda açık açık laf soksam da o kadar tepkisiz bir insan karşısında başarılı olamıyordum. Söylenip söylenip susuyordum.

  Yine aynı şey olmuştu."Anladın mı diye sormaktan vazgeç!" demedi ama bakışları onun yerine söylemişti bu cümleyi. Ama bu sefer daha fazla katlanamayacaktım. Sabrımın sınırına gelmiştim çünkü. Sert bir ses tonuyla ve yarı bağırarak :
"O zaman sen de bir ses ver ki ne düşündüğünü anlayabileyim. Sen böyle susunca ister istemez sormak zorunda kalıyorum. Her zaman sordurma sen de...Başkalarıyla nedense hiç bu şekilde bir problemle karşılaşmıyorum. Sadece senle..." dedim. Sesim hem sitemkar hem  kırgın hem de kızgın çıkmıştı. "İyi o zaman madem sen tepkisiz kalacaksın ben de susacağım, ben de en az senin kadar tepkisiz kalacağım." diye devam ettim. Ve hakikaten de sustum. Biliyordu ki kızdığım zaman kararlı bir insan olurdum ve kolay kolay da sözümden çıkmazdım. Uzunca bir süre sessiz kalmıştık. Az önce geldi. "Dışarı çıkacağım. Barışmadan çıkmak istemiyorum, tamam bir daha yapmayacağım." dedi.


     "Her seferinde aynı şeyi yapıyorsun." dedim.Yumruğunu sıkıp omzuma hafif hafif vuruyordu."Git başımdan!"dedim elimle darbelerini savuşturmaya çalışarak."Barıştık mı?" dedi. "Öyle bir şey demedim." dedim. "Hadi hadi!" dedi.Sonra dışarı çıktı.


   Direkt barıştığımı söylememiş olsam da anlamıştı kızgınlığımın geçtiğini. Ama aynı zamanda biliyordu bir kefaret ödemesi gerektiğini; belli süre soğuk davranacağımı. Çoktan buna razıydı.
 

never say never


       Bugün aynı başladı ve fakat sanırım farklı bitiyor. Normalde öyle pek sanal alemden beklentilerim yoktur. Çünkü insanlar gerçek yüzlerini ancak burada gösteriyorlar ve gösterdikleri yüzler gerçekten de ürpertici. Belki de gerçek hayatta iyi sandığımız bir çok insan da sanal da bu hale gelebiliyor. Kim bilebilir? Kendi durumumu da göz önüne alırsak aslında bunu eleştirmenin çok da doğru olmayacağı açık, sütten çıkmış ak kaşık değilim malum olduğu üzere.Çünkü ben de iki yüzlü davranıyorum. Bu bloga gösterdiğim yüzümü  gerçekte göstermiyorum, gösteremem, göstermemek zorundayım bir anlamda. 

     Neyse mesele şu ki partner sitelerine pek takılmam, takılsam da kimselere güvenmem, dürüst insanlar bulunabileceğine de pek inanmam. Aklımın hep bir kenarında aldatılma, dalga geçilme, keklenme,.... vb soru işaretleri hep bulunur. Temkinli yaklaşırım bu yüzden de. Bu geceye kadar da doğru dürüst birisiyle karşılaşmışlığım yoktur. Hoş öyle fazla takılmadığımdan denk de gelmemiş olabilir, ona diyeceğim yok. Resim filan zaten koymam o yüzden de kimse mesaj bile yazmaz:) uzun zamandır girmediğim bi site vardı. Ne olmuş diye bir bakayım dedim. Bir de baktım "selam" diye mesaj geldi. Hayırdır inşallah kim ola ki resimsiz birine selam versin dedim. Naber napıyorsun falan fişman muhabbetinden sonra aslında onun da az çok benim gibi düşündüğünü farkettim. İsmi de "never say never" olsun bu kişinin. Henüz ismini bile öğrenmedim o kadar kayıtsızım yani:)  Baştan öyleydi en azından. Sonra muhabbet sardı. Fotoğraf filan vardı onun. Ben selam bile demesine şaşırmıştım. Çünkü kesinlikle çirkin değildi, dahası gayet karizmatikti bu never say never. İçerimden Alla'm zürafanın şaşkını gelir beni bulur kış günü diye geçiriyorum.Yolunu filan şaştı galiba bu dedim kendi kendime.

     Ama hoşlanmadım desem yalan söylemiş olurum. Tabi ki bu durum şüphelerimin bir kenara itildiği anlamını taşımıyor. Onlar hala sağ salim yerindeler. Öbür tarafta da gönül var işte. Hay dibine kibrit suyu döktüğümünün, sağı solu mıncırılmış deli gönülü! Biliyorum ufakta olsa bir beklenti içerisine girdim. Ama girmemem gerektiğinin de farkındayım. Never say never sanırım öyle bir beklenti içerisinde değil. (hoş beklenti içerisinde olmayan bir kimse de niye partner sitelerine takılır onu da bilmem ya. (senin işin ne o zaman diyebilirsiniz.haklısınız))

 Ben inanıyorum üstün yeteneğim sayesinde Never say never'ı da kankam yapmasını bilirim. Ey Yüce Rabbi'm! Kullarına aşk yeteneğini dağıtırken ben uyuya mı kaldım acaba?Nasibimi alamadım:)
Fazla uzattım. hadi bitirdim. 

   

bir balık olsaydım

    Bir balık olsaydım şayet Kız Kulesi'ni işte tam da böyle göreceğim.

   Kadim zamanlardan kalma ne kadar eskimiş ve suyun salınmasıyla esrimiş, yosun bağlamış, gözden ıramış şey varsa hepsinden bir bir haberdar olabileceğim.

   Sevgilerini yitirip kızgınlıkla suya atılan bir yüzüğün kıymetini ancak ben bilebileceğim bundan sonraki çağlarda.

   Boğazın serin sularında ciğerleri yırtılırcasına boğulan birisine hem yardım etmek sancısıyla hem de dalga geçerek "o kadar da zor değil, bak ben nefes alabiliyorum." diyerek avazım çıktığı kadar bağıracağım.

   Denizlerde zamanın ağır işleyen yelkovanındaki gibi akıp giden beyaz yelkenli gemilere yarenlik edeceğim, hoş bir sohbet tutturacağım onlarla.

  
Ne acı, ne hüzün, ne özlem, ne sevinç,... Belki de hepsini unutacağım bir kaç saniye sonrasında.

hop tri lay lay


    Yoğun bir haftaydı. Bahar şenlikleri gelmiş durur muyuz hiç! Sertap Erener gelmiş dediler bindik metrobüse, koştuk gittik. Kadının sahne performansı mükemmeldi. İlk sahneye çıktığında İTÜ diye seslenip milletin biraz bozulmasına yol açsa da "Çok utandım arkadaşlar, çok yoğun bir haftaydı, sürekli üniversitelere gittiğimiz için karıştırdım" deyip gönlümüzü almayı başardı.

   Yanımda olan çok kısa boylu kız arkadaş konser alanında çok susadığını söyleyince e ben de bir centılboy olarak su almak için kalabalığı yara yara gittim. Lakin arkadaşımın boyu o kadar kısaydı ki sonrasında kaybettim onu. Telefonlarımızda çekmeyince eyvah dedim tek başımıza konser izleyeceğiz ikimiz de; ki en hazzetmediğim şeydir. Şükür  sonrasında o da bana bakınırken saçını gördüm de tekrar vuslat nasip oldu:) Bütün akşam sahnede olup bitenleri anlatmak zorunda kaldım tabi:))

    Bir de Feridun Düzağaç gelmiş hem de Beyazıt kampüsüne dediler. Ooooley dedik atladık uçan süpürgelerimize ve kısa çaplı üst baş aramasından ve izdihamdan sonra girmeyi başardık. Tüm şarkılarını bilmemekle birlikte FD de iyiydi. Dahası bundan sonra Beyazıt'ta şenlik oldu ya ölsem de gam yemem dedim arkadaşlara. Kendi üniversitesinin bile öğrencilerini almayan bir üniversitem var benim. Ondan dolayı bu tür bir şey bile ne kadar yol katettiğimizi gösteriyor aslında:)

   Çarşamba da bir adalar organizasyonu var. Velhasıl bu sıra yoğun. Ama sanırım bu sessizlik öncesi fırtına(bu söz öyle değildi ama neyse boşver uysa da kodum uymasa da...:)) Çünkü yakın zamanda sınavlar var. Haliyle gez-toz bitecek. Kırıp dizimi dersime çalışacağım. Evimin erkeği derslerimin en iyisi olacağım:) (Bu bir temennidir) 

   İşi de bırakıyorum bu hafta. Aslında hem bırakmak istiyorum hem istemiyorum çünkü para kazanmak güzel bir duygu ama gerçekten de stresli, koşturmacalı ve yorucu. Bırakmamın sebebi öncelikli olarak sınavlar sonralıklı olarak da KPSS. Aslında benim bu sınava girmeye öyle çok da fazla ihtiyacım da yok ama şansımı deneyeceğim. İyi puan alırsam sayıştay denetçiliği miymiş kurum avukatlıkları mıymış bilmem neler varmış; onlara bakarsın girerim.(peh pek umudum da yok ya:)) O bakımdan sınava kadar kapanıp derse kasacağım.Bu arada benim avukatlarda İtalya'ya gittiler.
Gısgandım yahu.Ayrıyetten de dıhandım. En fazla görmek istediğim yerlerdendir benim İtalya. Millet fink atıyor biz anca varsa yoksa ders çalış ayak işi gör.Böhüüü:((

 Neyse  bunlar şu sıralar gerçekleşen değişikliklerdi hayatımda ve planlardı tabi. Bir dahaki programda görüşmek dileğiyle esen kalın efenim.yayında ve yapımda emeği geçen kimselere teşekkürler.(bi dakka ya yayın yapım bana aitti:))

ah delişmen gönül

     Ah delişmen gönül! Yandın gene bir eli sopalıya, acımasız-vefasıza. 
Ama ama ne kadar uğraşsam da melankolik yazı yazmamaya, gün içerisindeki bir kare beni depresyona sürüklüyor napayım yahu! Zuhuratbaba adliyesinde idim bugün.(o nasıl bi isimdir yahu? Tamam önemli tarihi bir kişilik filandır da benim öyle ismim olsa dolaşmam ortalıkta yani o derece:))
İşimi bitirmişim. Bir arkadaşımla denk  geldik. Koridorda onu bekliyorum. Hava güzel, hayat güzel,kafam güzel(sarhoş değilim tabi o manaya çekmeyin hemen), kuşlar-çiçekler-böcekler filan derken aha "O" çıktı. Beynimden vurulmuşa döndüm. Dondum kaldım böyle bir iki saniye. Alamıyorum gözlerimi. Elimde değil. "O" diyorum zira ismini bilmeyi bırak cismini bile ilk defa görüyorum. Dedim bu insan olmamalı adeta cennetten düşmüş bir gılman olsa gerek. İmkanı yok başka ihtimal imkansız.

     Ben öyle ağzı açık ayran delisi gibi, ağzımın suyu akmış bakarken titredim kendime geldim birden. Hep öyle olur bende. Önce hayranlıktan donakalırım, sonrasında depresyona girerim başımı çevirir içime dönerim. İmkansızı istediğimin farkına varmak mı artık yoksa kesif bir umutsuzluk mu ne dersen de!  "Zaten o senle ilgilenmiyor bile. Seni tanımıyor, tanısa bile senin ona karşı olan hislerini asla bilmeyecek. Bi cesaret kırıntısı bile gösteremeyeceksin. Hadi bi şekilde öğrendi diyelim sen onun kadar yakışıklı değilsin ki, hatta hiç değilsin; davul bile dengi dengine, peşinde koşan binlerce kız olmalı(tamam bu kısmı abarttım:)) Senin gibi sümüklüyü neylesin?... " falan filan diye liste uzayıp gidiyor. 

      Acayip de kıskanırım bu tip birisiyle ne tür birileri flört eder diye. He yani bulsam saçını başını da yolarım yani.Pisleşirim de öyle. Yok be şaka şaka!:) Evet örnek olayda da görüldüğü üzere kendimi yiyip bitirip sonrasında yenecek bişey kalmayınca içime kapanıyorum. Keyfe kedere de diyorum "onu tak bunu tak şu fayton teker misal kafaya bi gün hık deyip gideceğim" diye:))

Gene söyleniyorum kendi kendime ama bu sefer malum şahıs olan "O" ya. Bre hey "O"! Durup dururken günümü zehir eden, karşıma çıkarak bana o kadar sözler söyletip yüreğimi yüreğinden hoplatan vefasız sen misin diye lafı mı esirgemeyeyim diyorum ama olmuyor tabi ki! Kılıcı taşa çalar gibi dudaktan çalıyorum sözümü gerisin geri. "Eyvallah!"  diyorum, kal sağlıcakla. Yoluma gidiyorum sonra... "Sen yerinde sağol ben sana haberin bile olmadan methiyeler düzer, mersiyeler de okurum...."

   

yıldız avcısı


Yıldız avcısıyım ben
Yollarını şaşmış yıldızları avlarım gecelerde 
Pusu kurarım, pusular kurarım.
Düşer avucuma bir bir ışıkları

Gönül avcısıyım ben
Yollarını şaşırmış kalpleri avlarım seherlerde
Gülerim, gülümserim yüzlerine karşı
Gönül verir bir bir şaşkınlıkları

Balon avcısıyım ben
Özgürlüğe uçan ipleri kavrarım gündüzlerde
Yapışırım sımsıkı paçalarına
Yitip gider  gökyüzünde tiz çığlıkları


 

gıcık-ders

         
           "Kim başkasından gördüğü bir ayıbı kınarsa, o ayıp onun da başına gelmeden ölmez."(Hadis-i Şerif;Tirmizi, Kıyame 53)

        Çok fena çok.
        Ev arkadaşlarımdan birisiyle öyle pek de anlaşamayız. Kan uyuşmazlığı var aramızda. Kişilik itibariyle pek bir zıtız birbirimize. Ha neden aynı eve çıktın o halde diyebilirsiniz; bilmiyorum. Kader-kısmet, baştan tanımıyordum. Daha doğrusu ben ağabeyini tanıyordum; kendisiyle bir tanışıklığım yoktu. 
      Bu elemanla herhangi bir tartışmam olmadı ancak yapmış olduğu hal ve hareketlerden, tavır ve davranışlarından dolayı muhatap da olmamaya azami gayret gösteririm. Bir sözüm olursa ağabeyi vasıtasıyla söyler, karşıma bile almam.

        Cins bir adam olduğumu da söylemiştim. Eğer birinden hoşlanmamışsam altın olsa gözümde yoktur; her hareketi, davranışı ve iması batar, müdür. Hiç hazzetmem aynı ortamda olmaktan; ortaya çıkan her olumsuz sonucu ona bağlamaya da bayılırım. Yemek yemesinden tut, oturup kalkmasına kadar her şeyiyle gıcık gıcık olur içim. Neyse bu uzun girizgahtan sonra mesele aslında şu:
WC' ye girdiğimde fobim vardır benim aga. Birisinin o anda beni iş üzerinde görmesi düşüncesi karabasan gibi çöker üzerime, nerdeyse rüyalarıma kadar girer. İşte gıcığım ya bu adama ben; yapsa yapsa bu adam yapar bunu, kapıyı lap diye açar, ışığı-suyun sesini duymaz, ben de homurdana homurdana bütün öfkemi kusarım gibisinden ilginç de bir fantazi kurdum kafamda. Halbuki böyle birşey olmadı bu zamana dek.

       Ancak geçen sabah ev cemaati Adalar'a gideceklermiş. Sabahleyin bir kargaşa, bir gürültü evin içerisinde... Uyandırdılar beni. Biliyorum kalkınca uyuyamam da artık. Bir La Havle çekip kalktım. O kızgınlık ve uyku sersemliğiyle ışığın yandığını farketmedim, su sesi de gelmiyordu. Tuvaletin kapısını aniden açtım.   Ama açmamla kapamam bir oldu. Çünkü içerde diğer ev arkadaşım varmış. Acayip mahcup oldum çocuğa karşı. Binbir renk yüzümde,  hicabiyet dolu sesle "kusura bakma!" dedim. "Yok-mok, problem değil." dese de olan olmuştu artık. Yapacak pek fazla birşey de yoktu. Demem o ki sanırım yukarıdaki Hadis doğrulanmış oldu. 

       Tamam, kimseye birşey dememiştim bu konuyla ilgili olarak ama pek de öle birbirimizden hazzetmediğimiz gün gibi ortadayken adamın buna benzer bir hareketi bile olmamasına karşın ben ona bir kılıf uydurmuş ve ona göre hareket ettirmiştim.
Ama ağlarını hiç esirgemeden ve sinsi bir örümcek gibi büyük bir zevkle ören kader bu sefer çorabı benim başıma örmüştü. Ve sanırım aldım dersimi.
Ama ben gene de hala bu adama gıcım gıcım gıcığım işte:)

kafayı yiyebilirim

     Dün hakimlik-savcılık mülakat sonuçları açıklandı. Sınavın kendisi zaten yeterince zordu.
Dört yılda görülen konuların tamamı ve çok kısıtlı bir sürenin varlığı... Hepsi bir kenara çevremdeki arkadaşlarımdan sınavı kazananlar oldu onca sıkıntısı, stresi ve zorluğuna rağmen. Altı-üstü 300 kişi alacaklar ve tam 600 kişi çağırdılar mülakatlara. Tabi mülakat anlayışı maalesef ki Türkiye'de torpilinin  boyuyla ölçüldüğünden arkadaşlarımın hiç birisi kazanamadı. Onca çaba, çalışma, uykusuz geçen geceler boşa gitti. Dün haberi alan arkadaşımın yüz ifadesini görmeliydiniz.
Tam 8 aydır neredeyse gecesini gündüzüne, dişini- tırnağına takıp çalışmıştı ve bana göre de başarısını zaten sınavda kanıtlamıştı. Ama yetmiyordu işte. Onların da gözünde kanıtlamak gerekiyordu. Anlamadığım nokta ise  nasıl ve neye göre mülakatta adam aldıkları; o kısım muallak tabi. Kafasına estiğine kolay soru soruyorlar kafasına estiğine zor... Hoş sorulan sorulara doğru cevap vermiş olmak da bir kriter değil. Bu mudur güvenirlik, istikrar ilkesi? Nedense arkadaşımın yerinde benim de olacağımı hayal ettim bir yıl sonra:(( Aynı çabayı gösterdikten sonra bütün el emeğimin göz nurumun boşa gitmesi acayip canımı sıktı. İşin aile ve çevre kısmını ise hiç saymıyorum bile.Kafayı yemek işten bile değil yahu.

     Bu dönem sadece iki dersim var. Birisi seçimlik ders. Ama bana illallah dedirtti yani. Vize de 2 soru sormuştu. Birisine doğru düzgün cevap vermiştim. Diğeri de öyle mükemmel değildi tamam ama yazmıştım gene birşeyler ve 20 almışım. Hoca manyak çıktı bildiğin. Ya anlamadım nasıl cevap vermem gerektiğini bi türlü.  Zaten dördüncü sınıfa gelmiş birisine -seçimlik derste üstelik- yapılır mı bu? Hem de alttan alıyorum dersi. Diğer bütün kazık kazık dersleri geçmişim nelerle uğraşıyorum yahu!!! Eğer bu dönem de bırakırsa biliyorum bir cinnet her şeyi halledebilir. Ve bunu hoca da bilse iyi olur:)
     İki olay arasında ne kadar da bağlantı var görüyorsunuz. İnsanların eline fırsat geçtiğinde tüm adalet duyguları, hak-hukuk kavramları devre dışı kalabiliyor. İşin kafa karıştırıcı kısmı ise bu tür bi adaletsizliğin adalet kavramının öğretildiği hukuk fakültesinde başlıyor olması.
    Ve evet destekliyorum hukuk kitapları taşınmaz olarak nitelendirilsin. Sicili tutulup sicile  kaydedilsin:))

wibiya widget