çok ilginç bir rüya


                      Bir gün bi rüya gördüm.ölmüşüm.ruhumu seyrettim bedenimden ayrılırken.ama nasıl öldüm, neden öldüm bilmiyorum.sadece öldüm,bu kadar...sonrasında yanında bekledim cesedimin.tabuta benzer,ama hiç bir şeye de benzemez entersan kutumsu bir şey.içinde bedenim.bir ses duyuyorum: "Ayaklar baş olmadan yükseleceğini mi sanırsın?" diyor o davudi ses.ben de kaldırıyorum bedenimi.kimseler yok yanımda.çok hafif bedenim.öyle de naif.sonra açıp bi bakıyorum ayaklarımın olması gereken yerde başım,başımın olması gereken yerde de ayaklarım...heh tamam şimdi oldu diyorum.şimdi yükselebilirim.
              Bir taraftan da aklımda türlü düşünce.işte bitti hayat oyunu.ne bekliyor acaba?bilinmeyenin korkusu,güvenmenin emniyeti,ölümün ekşiliği damağımda harmanlaşmış.Adil ve Merhametli olanın elinde artık hüküm.

            Nasıl oluyorsa evde kimseler yok.halbuki öldüğümün herkes farkında.mutfağa koşuyorum.koşmak değil galiba ışınlanmak gibi,ya da uçmak gibi bişey bu.Güzel annem dizlerini çekyat üzerinde kısmış ,eline Kur'an almış okuyor.ama hissediyorum ve biliyorum ki benim için okuyor.ferahlıyorum.ellerim buz gibi,hem heyecanlıyım hem annemi bir daha göremeyeceğim için üzgün,daha çok da o üzgün olduğu için üzgünüm.yanağına hafifçe elimle dokunuyorum,elimi koyuyorum.elim o kadar soğuk ki annemin sıcaklığı karşısında tereddüde düşüyorum.ama annemin yanağı cayır cayır...evlat ateşi öyle yakmış anlaşılan.ama buz gibi elim nasıl ferahlatıyor onu.derin bir "ohhhhhhh!" çekiyor anlıyor ben olduğumu,hissediyor.gözlerinden yaşlar dökülüyor.elini elimin üzerine koyuyor."Biliyorum burdasın,benimlesin" diyor.benim de hıçkırıklar takılıyor boğazıma.o anın heyecanıyla ve boğazımda bir hıçkırıkla uyandım.

dedem 2

      Ramazandı,sahura kalkmıştık,her zamanki gibi.yemek esnasında bişey dememişti,çay içerken döküldü zehirden keskin lafları, nenem bu sefer farklı konuştu;soğuktu yüzü,gergindi bakışları.ama bir o kadar da kırılgandı kelimeleri, yaralıydı sözleri:
  -Bubanız çok hasta.dünden beri mendile kan kusyo.gözleri de çok gömediğinden farkitmiyo Allah'tan."ne nene o diye soryo?" ben "ne olcekmiş.senelece içtiğin cigaranın pisliğidir.geçyo işte gari hastalığın"dedim."benim babam da aynı hastalıktan çekti de ölmeden bi kaç gün evalasında aynı böle oldedin"dedi.
       Kazınmıştı her cümlesi aklıma.   
       Sahur yapıldıktan sonra herkes yattı.ben de o sıralar ÖSS'ye hazırlandığım ve okul da erken saatte olduğu için yatmayıp ders çalışıyorum.yatmamıştım gene.mutfakta yorgan altında ders çalışıyorum.ninemin sessizliği ve seheri yırtan sesini duydum. anneme sesleniyordu.hemen koştum bahçeden geçtim.baktım tuvalate giderken, girmeden daha dedemin bedeni halsizleşivermiş ve ninemin üzerine yıkılmış.hemen kollarının arkasına ben geçtim, ninem de ayaklarını kaldırdı.yatağına kadar taşıdık.sonra arkadan annemle ablam geldiler.biz ablamla Kur'an aldık, başladık okumaya.annemle ninem de su veriyorlar pamukla.hava serin ve ben titriyorum.korkudan değil,hiç değil.elim ayağım dolaşmış olsa da bütün bilincim açık ve temiz.her şeyin farkındayım.
      Ve böylece yitip gitti dedem,şahadet kelimeleri arasında, Kur'an eşliğinde.gidince birden ortalıkta ansızın belirip sonra aynı hızla geçip giden taze bir gül kokusu kaldı dimağlarımızda.hüzünlüydük ama kederli değil.zorluklarla dolu ancak bir o kadar da temiz bir ömür bahşedilmişti.ve o emanetini en kolay ve en güzel bir biçimde Sahibi'ne vermişti.
          Teyzemlere haber verdik.onlarla dedem arasında biraz sıkıntılar olmuştu.onlar paraya tamahkar olduklarından pek ilgilenmemişlerdi.geldikleri vakit teyzem ağlamıştı.ama ninem haşin ve sert bir sesle:"yaşakan gelmedin de şimdi mi ağlıyon?hiç ağlama gari.giden çoktan gitti yoluna"demişti. daha da fazla ses etmedi.      
          Dedem nineme: "sen de köye dön.elden ayaktan düşmeden gitme evlatların yanına."demiş.ninemi de tutamadık bu yüzden.köye döndü.aslında kimsesi de yok köyde.ama dönmedi işte.Arasıra görürüm rüyamda,mahzun ve gururlu bakar bana,bazı gülümser.ses çıkarmadan usulca geldiği gibi  gülümseyerek gider.ben de mutlu olur dua ederim onun için.ruhuna fatihalar gönderirim.
         bir tane de sizden rica ediyorum.hem onun için hem tüm sevdikleriniz için:)
(resim:     www.büyüteç.com)

dedem

Emre Aydın - "Bu Ya�murlar"
Yükleyen musicplay. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.
        
       Lisedeydim.hatırlamıyorum; 1.sınıfta belki de 2'deydim. dedem için bir akciğerinin biri nerdeyse yok diyorlardı.gerçi uzun zamandır bu hastalığa müptela idi.yaşaması bile mucizeymiş.aşırı derecede astım-nefes darlığı vardı.elbette ki çaresi yoktu.çocukken hatırlıyorum annemgille dargınlardı. ama annemler bizi her bayram onların evine yollamaktan vazgeçmediler.o zaman çok fakir olmalarına rağmen beni hiç parasız geri çevirdiklerine şahit olmadım.hem çocuk ruhuna nasıl hitap edeceklerini bilirler hem nenem hem dedem.hatırladığım diğer şey; dedem camiden kahveye dinlene dinlene gider gelir, eğer nefes sıkıştıracak gibi olursa diye arka saflarda saf tutardı.ancak zaman ilerledikçe hastalığı da arttı.artık köyde duramaz hale gelmişti.köyün rakımı yüksek olduğu için anlaşılan yaramıyordu pek havası.hem sürekli hastaneye gidip geliyor ve köyden ulaşım zor olduğundan kendileri için de zahmet oluyordu.aile toplandı ve bizde kalmalarına karar verildi.bizim ev eski yapı olduğu için bi kaç ailenin yaşaması mümkün bir  biçimde inşa edilmiş. kendilerini evlerinde hissetsinler diye bir odayı onlara tahsis ettik.hem bizim evden bağımsız hem de bizim dibimizde yaşayabileceklerdi.annem yemeklerini yapacak,babam da hastaneye gitmek gerektiğinde götürmekten çekinmeyecekti. nitekim öyle de oldu.
     Yaklaşık 10 sene kadar olmuş bu hastalığa yakalanalı.
iyice ilerlemekle birlikte dünden güne  dedemi yiyip bitirmişti.ziyaretçi de eksik olmuyordu tabi.eş-dost ara ara uğrar hal hatır sorarlardı.ben de ayak işlerini görürdüm dedemlerin,ailenin en küçük ferdi olarak.o yüzden beni severdi."bu çocuk başka türlü,ötekilere benzemiyor" derdi. ben de küçücük aklımla mutlu olurdum.sinirli ve aceleci bir kişiliği vardı ama asla kalp kırmak gibi bir niyetle hareket etmezdi.çerkes olduğundan mı bilmem ama düzeni tertibi,temizliği,güzel giyinmeyi acayip severdi.fakirdi,elbisesi yamalı olabilirdi ama temiz olmalıydı.senelerce kahyalık yapmış,okuma-yazma bile bilmiyor olmasına rağmen kimsenin beş kuruşunu karıştırmamış,hakkına girmemişti.
       Hayat ona sıkı bir oyun oynamış.çok küçük yaşta annesi ölünce babası da hayattan soğumuş ve onları terketmiş. kimsesiz bir başlarına akrabaların yanında büyümüşler. Hikmetinden sual Olunmayan, tek başına bıraktığı bu yetimleri elbetteki sağlam bir ahlak üzere yaratmış olmalı ki serseri olup çıkmamış;ne dedem ne ağabeyi.
        İnsana bazen en yakındakiler en büyük darbeyi indirebiliyorlar.dayısı dedemin mallarına kimi kimsesi yok diye sahip çıkmış.tarlaların adıyla birlikte kendilerini de değiştirmiş.dedem farkettiğinde durumu, atı alan üsküdarı çoktaaaan geçmiş.ama dedemin elinde bir kaç parça tarladan başka bişey de kalmamış geriye.Kızardı ona."haklarımı öbür tarafta kendi eliyle ayağıyla getirecek  ya o bakalım.Allah büyüktür."Ruhları şad olsun,hesaplaşacaklar artık orda.en Adil olan karar verecek,hükmü O koyacak.bu konuda yapacak bişeyimiz kalmadı.
        Bir Ramazan sahuruydu.dedem birkaç gündür epey rahatsızlanmış,nefes alamaz hale gelmişti.son zamanlarda epey de zayıflamıştı.o kadar ki altında kat kat yumuşak döşekler olmasına rağmen yatmaktan artık kabaları bile yara oluyordu....
     Devamı gelecek...

not: şarkının bi ilgisi yok sadece hoşuma gittiği için koydum. 

ben çocukken...


           Bilmiyorum hiç hatırlayan var mı Yumiyum'u?belki hala satılıyordur da...ama süper marketler çıkalı beri denk gelmiyorum bu tür şeylere pek.çocukken ne büyük iştahla yerdim.dişlerimin arasına -eriyince tabi- yapışır,sonra da elimiz ağzımızda onları çıkarmaya çalışırdık.(ben yapmadım diyen,ıykk mıyk diyen yalan söylüyordur büyük ihtimal)çünkü yumuşadığı vakit sakız gibi çiğnememek için büyük bir nefis mücadelesine girmeniz gerekebilir ki bu da o yaşlarda pek mümkün bişey değildir.

       Bir de Eti Puf 'ların üzerindeki o siyah ya da renkli tanecikli şeyleri(tamam itiraf ediyorum adını bilmiyorum onların) marşmelovundan,daha sonra da marşmelov ile bisküviyi(püskütü) birbirinden ayırırdık.hepsini ufak parçalara böler,saydam çanağının içine koyar,püskütü en sonraya bırakarak yerdik.hey Allah'ım!!!daha bi tatlı oluyordu herhalde öyle?tabi oluyordu.dadından yinmiyordu:)

      Gazoz kapağı için çıkan mahalle savaşlarını ise hiç saymıyorum bile.düzeltilmiş ya da yamulmuş olanlar daha az değer ediyordu.düzgün olanlar ise parayla pulla satın alınması imkansız, borsa da rayici bile bulunmayan "kıymetlimisssss"lerdi onlar bizim.mermer taşı aldın mı eline,savurdun mu çizgiye doğru,çıkardıysan bi tane düzgünlerinden senden zengini ve şanslısı yoktu o an.

      Ha son olarak da incecik tüpler içinde kırmızı-sarı-kırmızı sıralamasıyla iştah kabartan tozlar vardı.sanırım içindeki oralet tozu gibi birşeydi.hafif ekşi ama daha çok şekerli ve tatlı bir tadı vardı.o kadar ince bir plastik tüp içine koyuyorlardı ki kafanı kaldırıp ağzına dikerken dilin değince,ıslanır ve çıkmaz olurdu.ağzını bıçak ya da makasla kesmen gerekirdi ki devam edebilesin.

      Büyüdükçe tabi bunlar da hem unutulup hem de daha büyük problemlerle boğuşmaya başlıyor ya insan,hayat işte o zaman çekilmez hale gelip monotonlaşıyor galiba.geçmiş ondan tatlı geliyor belki de dimağlarımıza.

höölesine bi yazı:)


        Bogün höle bi ege ağzıynan gonuşasım geedi.nidendir bilmeyom gari ama hoşuma da gidiyo bu:)zaten bön ömürceezimden ömür gidivedi.istanbolun yollaanda resmen o'dan oreye süründüm emme pek de eylenivedim.ing'evela metrobüs mü ney'imiş bir araç var imiş,unlan Söğütlüçeşme'ye sonralak da Kartal'a geçdiydim.gitçeem yer uzakcanaydı ama ben de seyride seyride giddim.muhteşem bi boğaz manzırısından beg bi keyif aldım.en gısa zamanda da hazır erguvanlaada(bizim orda geçi gevişi dirlerdi hu ne ya burda ismi erguvan imiş) açılıp saçılmışkene göze bi boğaz sefasına çıkmee garar vedim.
Nese fazla uzattım;İcra dayiresine gidip varıdım.Bi de ni gören?Ey Guca Rabbııııım, didim heralda enki adam öldü de gömmee unudmuşla.evelce böle göze göze hanımları, beyleri görüdüm de kendimce -Rabbım'ın gücüne gitmesing emme-ey Allahım bizi ne deyi yarattın der idim:)ama sonadan fikrimi deniştirdim ki ne deniştirmek.tam zıttı istikamete...öle çirkin öle meymenetsiz bi herif imiş ki olmaz hu derece hanı.huycak da pek gudubet bi herif imiş ki sonradan anladım.milletin dosyasında eksik,mahana bulunca kafasına atıyo "ben bunları imzalemecem.va' tamamlamadan getime bene gari" deyo.

       Allah'ıma bin şükür ossun benim dosyama mahana bulmadı de benim işim çabuk bitti hu adamnan.ben de rahadınan bi nefes aldım.yarın gine gööcem aynı herifi emme bu sefe işim yok gibi.eskile dirledi ingsanın içi dışına dışına yangsırmış deyi.hakkaten de hu ganıtı oluvedi.ne diyen ben gari;Allah ıslah etsin de ingsanlıı hizmet etmening Hakka hizmet olduunu anglayıvesin.

     İresim de alakesiz olmuş emme yüzüngüzü güldürsüng deyi goydum.

sürprizzzzz

Dün çok enteresan bir gündü.daha doğrusu başlangıçta gayet sıradandı.kuzenim geldi onla Eyüp'ten Eminönüne kadar yürüdük,yorulduk.sonrasında arkadaşlar beni akşam Taksim'e davet ettiler.ben pek gitmek istememiştim ama epey bi ısrar ettiler.ben de kırmamak için kabul ettim.İstiklal'de yürürken de aklıma hinlik geldi.dedim bunlar bi işler çeviriyorlar ya dur bakalım.bir arkadaşın da doğum gününün yakın olduğunu biliyorum.onla ilgili bişeyler olacağını sanıyorum daha çok.sonrasında taksimum diye bi yer varmış oraya gittik.herkes toplandı, film izlendi,eğlenildi.sonrasında pasta geldi:ben ve iki arkadaşın daha doğum günü için.toplu sünnet törenleri gibi:)ben olaya müdahil olacağımı düşünmemiştim zira doğum günüm geçeli nerdeyse aylar oldu.pastada benim de ismimi görünce şok oldum.hediye de almışlar.çok manidar tabi:
FES...
arasıra dalgasını geçerlerdi benle."olm sen de tam osmanlı beyfendisi tipi var fesin,şemsiyen ve burma ince bıyıklarınla süper olurdun" diye.yanına da rujla öpülmüş mendil koymuşlar.tabi Şair Fitnat hanımdan dizeleri unutmamışlar:
"ben umardım ki seni yar-ı vefadar olasın
ne bileydim ki seni böyle cefakar olasın.

beddua etmezem amma ki Hüda'dan dilerim,
bir senin gibi cefakara hevadar olasın.":)

ucu yanık bir mektubu da elbette:)
"Zat-ı alinizin dest-i izdivacı hayali ile yaşıyorum.bu biçare kulun cumbadan bakarken sizi her görüşünde çırpınan kalbinin durmaması için tek ilaç sizsiniz.yarın sizi Göksu'da bekliyorum"
nasıl şaşırdım bu yaratıcılık ve sürpriz karşısında.etrafımda sevdiğim insanların bu şekilde bir jest yapmaları acayip şaşırttı.baştan içimden de çemkiriyordum.milletin doğum gününü kutluyorlar ama bize gelince tık çıkmıyor diye..meğer altın vuruşu sona saklıyorlarmış:)üzerine bir de 16dk'lık bir film oynamışlar ki beni süper canlandırmışlar.son dönemde ne varsa olayları gayet iyi biçimde yansıtmışlar.ama ben çok komiktim.benlerimi kalemle çizmişler kaşları kalınlaştırmışlar kız arkadaşı resmen bana benzetmişler.nacizane benim repliklerimi kullanmışlar.süperdi doğrusu.bayıldım, bayıldım.herhalde hayatımda yapılmış en enteresan doğum günü partisi idi.

ordan burdan

Pazartesi işe başlayacağım.hem heyecanlıyım hem korkuyorum.yanında çalışacağım kişinin özellikle anlayışlı bir porte çizmesi beni mutlu etti.umarım bu tahminimde yanılmamışımdır.okulla birlikte ikisini de yürütebilirim herhalde.bayanda "sizinle anlaşabileceğimi düşünüyorum" filan dedi.
Son zamanlarda babamın gene huysuz damarları kabardı.
hem sorun değil okulu uzatman diyor hem de bi türlü  kabullenemiyor.anlamadım neden bu kadar takıntı haline getirdi bu durumu.çevreye ne diyeceğini mi düşünüyor acaba anlamadım.ailelerin bu takıntısını bi türlü anlayabilmiş değilim.neden sürekli çocukları üzerinden prim yapıyorlar?acaba "satılık kız/erkek var bizde,ilgilenirseniz" mesajı mı vermeye çalışıyorlar?ya "başladı bi işe çalışıyor" de gitsin ne takıyorsun ki bu kadar elalemin ne diyeceğini!benden fazla benim hayatım üzerinde kontrol ve plan sahibi babam.yaz okulu gelecek söylentileri dolaşıyor ortalıkta.gelse de bu yaz bitirip babamın dilinden kurtulsam...


bahar da geldi artık.evimizin karşısında bir erik ağacı var.
aceleci davrandı, çiçek açmaya koyuldu telaşla.bi kaç güne kadar gelinliklerini geçirecek üzerine.biz de ona hayran hayran bakacağız elbette.kırağı filan vurmasa da canım doğmamış yapraklarını ve çiçeklerini dökmese bari.gerçi annem "kocakarı soğukları bunlar gelir geçer çabuk" diyor.ama gene de endişelenmeden edemiyor insan.


arkadaşlarım bugün otopsiye gittiler.beni de davet ettiler ama canım hiç ceset çekmiyor deyip reddettim:))
onlar da "gelmek istersen,adresi biliyorsun" dediler:)
büyük ihtimalle bir hafta boyunca ballandıra ballandıra ve heyecanlı bir kalple anlatacaklardır deneyimlerini ve ben bıyık altında güleceğim onlara aynı şeyleri daha önceden tecrübelemiş olduğum için. 


benim için çılgınca sayılabilecek bişey yaptım.internet üzerinden tanıştığım keyfe kederle ve bucera ile görüştüm.
ikisi de inanılmaz keyifli kişilerdi.hele hele bucera, tam tatlı kaçık:))dünya tatlısı anneannemle-istanbula geldiklerinde- tanıştırma sözü verdim.keyfe kederse şuh kahkalarıyla yıktı geçti,bir tatlı huzur devşirip gitti.
bu yazı da daldan dala atladım modunda oldu:))

kehanet

İmparator Constatinius bu güzel şehri kurduğunda bu kadar büyüyeceğini tahmin edebilir miydi acaba?peki yıllarca sefirlere yol, şairlere dil,kahinlere gören göz olacağını...?
efsaneye göre anadolu yakasına kurmaya çalışmış ilkin kenti.ancak kuşlar ustaların taşlarını gagalarına alıp alıp bugünkü Sarayburnu'na götürünce bunda bir hikmet var deyip oraya kurdurmuş  rüyalar kentini.ve yine bir kahine sorulan soruya o zaman ehemmiyet verilmemiş bir cevap:
-Gemiler karadan yürüyünceye dek sürecek saltanatınız. 
Hipodromda(At meydanı) yarışları seyreden halkla birlikte büyük imparatorlar ve yıllarca dillere destan bırakılmış bir medeniyet;sular,sarnıçlar,kemerler medeniyeti... 
bugünkünden farklı,ahşaptan yapılmış ve tam iki kez yanmış Ayasofya.Hunların akınlarını engellemek için inşa edilen surlar,sonrasında Osmanlıların en büyük, korkulu,amansız ve acımasız  rüyası haline gelir.
Şehrin her yakasına serpiştirilmiş türlü kehanetleri ve inanışları barındıran dikilitaşlar.
 Kimi imparatorların İseviliğin kabulüyle paganlara yaptığı baskılar. 
kısacası şehrin kehanetlerle doğuşunu anlatan bu kitap Nihan Azizlerli'nin elinden çıkmış.İstanbul'un en eski efsanesi deniyor.dili bakımından biraz yetersiz kalsa da olaylar ve özellikle Sır Sahipleri tarafından yazılan günlükler sizi o dönem içine götürmeye yetiyor.İstanbul'un bugünki halini bilenlere yürüdükleri  topraklar üzerine bir daha göz gezdirmeye yetecektir.şehrin kıymetini bilmeyenlere herhalde bir kez daha gözdağı verip "ayağını denk al ben kaçın kurrasıyım.ne küstahları harcadım " diyen bir tarih ve doğa kenti.ne diyelim:
"iyi kehanetler gerçek olsun.*"
 (*nihan azizlerli-kehanet)

içimin çağlayanı

      Benden adam olmaz.neden mi?bi kaç gündür Amasaya'da idim.memleketten mahalle arkadaşlarımla beraber orda görev yapan diğer bir arkadaşımızı ziyarete gittik.çok uzun zamandır birbirimizi tanıyoruz.ziyaretine gittiğimiz arkadaş enteresan bir insandır,nevi şahsına münhasır denilen kişilerden.bu farklı kişiliğinden mi yoksa hakikaten o da ben gibi olduğu için mi bilmem ama itiraf etmem gerekirse hoşlanıyorum ondan.onun da benden hoşlandığına dair hislerim olsa da sanırım bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğim.çünkü hiç bir zaman ona karşı açılamayacağım.büyük ihtimal o da bana açılmayacak(tabi bişeyler hissediyorsa).benim korkularım ve paranoyaklığımla onunkiler birleşince adeta aynı iki kutup bir arada olunca iteceği gibi itecek bir ilişki olma ihtimalini.hep böyle oluyor. birinden hoşlanıyorum ama ona karşı tek bir kelime bile edemiyorum, edemem de...sonunda da üzülen,depresyona giren ben oluyorum.10 saatlik otobüs yolculuğu boyunca pek de iyi bir ruh haline sahip olduğumu söyleyemeceğim maalesef tüm bu olanlardan dolayı.
      Daha önce bu kadar uzun süre geçirmemiştik aynı ortamda.evlerimiz dipdibe olduğu için bize gelir giderlerdi ama öle kalmazdık aynı yerde.bu sefer ordayken çok güzeldi ama bunca yıldır tanıdığım ve hoşlandığım insandan ayrılırken  hakikaten yüreğime çok ağır geldi.sanki bir yumruk oturdu içime.dağların dik ve acımasız tavırlarıyla havanın kahverengimsi dokusu daha da bir dokunaklı hale getirdi yolda beni.
     Bazen düşünüyorum Allah mutluluk,cesaret ve aşkı dağıtırken ben uyuya mı kaldım acaba?sanırım hep böle melankolik olan ve mutluluk peşinde koşan ama kendisi yüzünden hiçbir şekilde mutluluğu yakalamayacak biri gibi hissediyorum kendimi.bu konuda da kendimden başka kimseyi suçlayamam.sebep kendimim çünkü.aşamıyorum bir takım şeyleri.onlar beni aşıyorlar.boyumdan büyük işlere kalkışmak da benim harcım değil.velhasıl bu mesele beni çoktan yedi bitirdi de ben onu aşamadım.aşabileceğimi de düşünmüyorum hiç.o yüzden mahkum kalacağım metalik bir kalp taşımaya.

hayat

 
        Hayat bazen ne garip oluyor ve bir o kadar da zıtlıklarla içiçe.daha dün geceye kadar büyük bir keder ve ailesine görevini ifa etmemiş olmanın verdiği üzüntü ile doluyken,babamın bir telefonuyla herşeyin düzelivermesi bir oldu.bütün gün sırf kafamı dağıtmak için kendimi sokakların hareketli ve acımasız ellerine bırakmışken, bir önceki günün şokunu hala atlatamamışken ve saat 22.00 gibi bizimkilere ne diyeceğimi düşünürken babam o davudi sesiyle konuştu:
    -Olsun oğlum boşver.takma kafana okulu uzattıysan uzattın bize okul değil sen lazımsın.hem bu meseleyi telefonda konuşmayalım bir daha da.üzme sen canını.
            Herşey bir anda kötü bir rüyadan uyanmış gibi düzelivermiş ve ben de o kadar rahatlamıştım ki anlatamam. 
mutlu bir sabaha uyandım bugün.hava kapalı da olsa hayat karanlık gelmiyor dünkü gibi.Külkedisi önce kabağa dönüşen arabadan prensle evleneceği sabaha ermiş gibi desem abartmış olmam herhalde.ne diyeyim!!!
      -Ey hayat!seni seviyorum; sana rağmen...
          

köy gibi

 
       Köyümün mor sümbüllü dağlarında gördüm ben aşkı.gerdeğe girmemiş,duvağı açılmamış taze bir gelin gibi sarmış dağ başlarında sis'i sevdim."Yolcuyu yolundan eyleyen dilber" türküleriyle dolu kulaklarım.buz gibi toprak testilerden su içtim,derin derelerden geçtim.türkü yaktım;
bağrı yanık anaların yaktığı türküleri dinledim.
    İnsanlığı nenemin kalay kaplı tenceresinden içtim.dedemin nasır tutmuş ama helal lokma getirmiş ellerinden kaptım nasibimi.kimselere muhtaç olmadan yaşamayı ar bildim; gizlice, kimselere göstermeden aç olan komşumun evine bir tas aş götürmeyi en büyük erdem saydım.
     Sevdim taşını toprağını,altın saydım her bağını.anamın yaşmağını;kokladım da doymadım.
     

wibiya widget