söylesene kuş...?



    Hızır sonu gelip de Kasım girdi miydi kış kokusunu iyiden iyiye hissettirir. Sabah akşam yanan sobalar  artık söndürülemez olur. Bu mevsimde en çok yakınlarda nar ağacı olmasını severim. Sararmış yapraklarını bir bir döküp annemin bahçeyi her süpürüşünde söylenmesine sebep olsa da severim.

    Yazın bol bereketli günleri sona erdiğinden olsa gerek kuşlar genelde çatlak narları hırsızlamak için toplaşırlar. Bir kuş gelir. Gerdanı kınalıdır. Kendince bir şeyler mırıldanır. Öyle güzel ve içli şarkılar söyler öyle kadim masallar anlatır ki hayran bırakır kendine. Özellikle akşam vakti gelir. Acele acele bir selam verir, mırıldanır. Çok durmaz, uçup gider. Çaldığı şeyler için özür mü diler bilmem.Çok da utangaçtır. Göstermez yüzünü. Gördün mü bir kez sarı yapraklı dallar arasında şanslısın, senden bahtiyar yoktur.

    Sahi söylesene kuş, senin adın neydi?  

orda burda şurdayım


  Orda burda şurdayım bi kaç haftalığına gençler. Uzun zamandır üzerimde var olan  ölü toprağının arkasından "eşk" hayatım tüm canlılığıyla devam ediyor. Leyleği havada görmedim ama az da gezmiyorum hani. Bir bakmışım kendimi denizi olmayan B. şehrinin aquaparkında bulurken bir bakmışım odamda kapanmış ders çalışmaya çalışıyorum. (Sınava az kaldı laaaaynnnn biri bana ders çalış desin.) Bi gün önce Ankara'da bi gün sonra memleketimin büyük ama bir o kadar şirin ilçesinde Gülliyeciğimin sevgili yemeklerini yerken buluyorum kendimi.Bi gün sonra da İstanbul denizlerini aşıp geleceğim.(Buluşmak isteyen varsa diye yazıyorum ona göre alın bu ince mesajı:)))

  Blogger buluşması olacak bir nevi. Gezip tozacağım, tozu dumana katacağım heheyttt!!!Üniversite arkadaşlarımla şimdiden haberleştik ki sonradan biz Adalar'dayız sen Moda'lara gel espirisini yapmasınlar diye. sonra da kuyruğumu kısıp tekrar Gülliyecğimi gördükten sonra  Anadolunun ufak ama şirin; dedikoducu ama sakin, Gülliye'nin köy dediği ama hukuken bu tabirin caiz olmadığı  ilçesine sevenlerimin arasına döneceğim.

   Planlar bu yönde.Bakalım neler olacak göreceğiz, heyecan ve dahi "ocak başındaki kedilerin mutluluk sesleri" şeklindeki mırıltıları eşliğinde veda ediyorum şimdilik .(benzetme için bkz. Adnan Oktar)

böyle buyurdu nenem 10


   Adamıng biri evaladan elektrik olmadıından çıra getiryomuş dağdan her gün bi gucak dolusu. Emme gaası gelen gongşulana gece garanlıkta dönmesingle diye gocaman gocaman veriyomuş, pitiriveriyomuş hergün. 


  Adam bakmış olcek gibi değil. Ertesi günü gaasını da götürmüş çıra yarma. Gongşuları alışık oldeğinden çıra alma otuma bahanesiynen gine gelmişle. Gadın o akşam hemen küçücük bi parça çıra vemiş. Gongşula şaşırmış.


  - E ne oldu gız sen. Pek az veding ya çıre, dimişle.


  -İnişi va yokuşu va gara g.tten çıkışı va, dimiş gadıncık da... 

hayatımdan bir insan

   Kadir Gecesi münasebetiyle eski(henüz altı ay olmasına rağmen eski demek zorunda kalıyorum.Ne garip!) ev ve oda arkadaşımı aradım, Konuştuk uzunca bir süre. Sanırım birbirimizi özlemişiz. Onunla sohbet etmeyi seviyordum. O genelde pek bişey söylemezdi, sessiz ve sakin biriydi ama ben bilirdim onun içindeki kopan fırtınaları, hissederdim ya da. Boş bir insan değildi asla.Sadece ifade etmek istemiyordu belki, belki kelimelere daha doğrusu dile dökemiyordu kendini. Bilirdim onun gizliden kalem ve kağıda döktüğünü. Ama hiçbir zaman rastgelemedim herhangi bir bloguna, anı gibi bir hatıra defterine.Böyle birşeyi bulsam okur muydum, bu ne kadar ahlakî olurdu elbette ki tartışılabilir. Normalde insanların bu tür şeyleri için özel bir hassasiyet gösteririm, bakılmasına okunmasına karşı çıkarım ama bazıları için kendimi engelleyemiyorum.

  Çoğu zaman onunla didişirdik  yaşlı karı-koca gibi. Diğer ev arkadaşlarımdan birisi bu halimizle dalga geçer dururdu aynı bu benzetmeyle. Bazen öyle anlar olurdu, aynı frekansı yakaladığımız. Bu bir kahvaltı sofrası sonrası keyif çayı yudumlarken olabileceği gibi bazen de odada sınav zamanı ders çalışmak istemediğimiz zamanlarda yapılmış koyu bir sohbet olabilirdi rahatlıkla. O anlarda yakalıyordum toplumsal yanımla blogumu yazan iki kişiliğimin arasındaki ortak noktayı. Bunu başarabilen tek insan oydu sanırım. Herşeyden konuşabilirdim bu anlarda. Yadırganmayacağımı, yanlış anlaşılmayacağımı, hakkımda önyargılar oluşmayacağını hissettiğim anlardı.

  Dert yakındım aslında biraz. Eskiden yapmaktan çok zevk aldığım şeyleri yaparken artık eski tadı damağımda bulamadığımı söyledim, aynı şekilde
özellikle bazı duyularımda da keskinleşme olduğunu... "Acaba büyüdük ve kirlendi mi dünya?" dedim.Aynı dertten kendisinin de muzdarip olduğunu
söyledi.Ve ekledi: "Aslında şairleri vurmalı, çünkü yakışmıyorlar hayata." diye bir alıntı yaptı."Vaaaaay hacı, orjinalsin adamım." dedim. Gülüştük. Sanırım yine aynı frekansı yakalamıştık telefonda. Bu durumu ona da söyledim ve aynı biçimde onun da bu anlardan oldukça hoşnut olduğunu öğrendim. "Özledim seninle bu sohbetleri yapmayı.İstanbul'a geldiğimde bilmem yine yakalayabilir miyiz bunu ama bu sohbetlerden birini yapalım, sıcak çay ve engin bir İstanbul manzarası eşliğinde." dedim. "Çok iyi olur. Özlettin kendini." dedi.

Daha devam edecektik ama telefonumun şarjı bitmişti ve yüzüne kapanınca yarım kaldı sohbet.Teknolojinin azizliğine uğradık."Neyse ben de kapatacaktım. Sonra gene konuşalım." diye bir mesaj attım. Bu tür bi şeyin oluşması zaman alıyor.Onunla tanışalı 6 yıl olmuştu.Son iki buçuk senesinde aynı odayı paylaşmıştık. Çok konuşan bir yapısı olmasa da duygularının ve hissiyatının derinliği sayesinde belki de aramızda görünmez bağlar oluşmuştu.
Seni iyi ki tanıdım "eski" oda arkadaşım.Hayatımdaki insanlardan biri olduğun için mutluyum. İyi ki varmışsın...


pirizi bırak aksiyonu

Not: Bu bir prison break taklidi değildir tamamen gerçek olaylardan ibaret bir durumdur.
    Uzun zamandır yazamıyorum sevgili blogdaşlar. "Nirelerde fink atıyon kimbilir" diye huysuz kocakarı edalarıyla söylenenlerinize  cevabım bir avuç çemkirik olurdu ama mübarek aydayız, bayramlık ağzımı bayrama saklıyorum elbette ki:)


   Uzun lafın kısası(burda hep aklıma şu Rus arkadaşın ingilizce söylediği "long story short" deyimi geliyor ya nedense) köprünün altından epey bi su aktı.  Geçen sulardan birisi ise "Er kişi üniversiteyi bitirince baba ocağında kalmamalıdır" oldu. Çünkü bu yüzden şu an ev dışında bi yerlerdeyim. Peder Bey'le oldukça sıkı geçen bir hesaplaşmadan sonra evden kaçtım. Evet evden kaçtım bildiğin. Çantamı (Dikkat valiz değil. Çünkü çabuk döneceğimi biliyordum.) hazırlayıp bir öğle saatinde odama veda ettim. Ve doğruca Gülliyeciğimin (bu da kim lan diyenlere belki bir blog yazısı sözü verebilirim.) döşü kıllı göğsüne koştum, beni bekliyordu. 


   Yolda annem farketmiş evde olmadığımı. Aradı beni. Peder Bey'in telefonun diğer tarafından çıkma ihtimalini düşünerek ayaklarım titredi biraz ama yiğitliği de boka sürdüremezdim ve ağzımda tükürüklerimi biriktirmiştim. Beklediğim manzara oldukça farklıydı çünkü. Annem oldukça üzülmüş Peder Bey'in aksine ve dahi benim düşündüğümün... "Ben sizin için katlanıyorum yıllardır bu adama siz giderseniz ben ne yapayım şimdi?" deyince benim kopçalarım koyvermişti. Ne yapayım; annem benim her zaman yumuşak karnım, hayır diyemediğim zaafımdır. 


    Ve bugün geri döneceğim ama tabi ki belli şartlarımı da öne sürmeden değil. Varlığımın kabulünü, kimsenin yargılanmadan özgürlüğünden alıkonulamayacağını, seçme ve seçilme hakkımı(arkadaşlarımdan bahsediyorum sadece) vesaire vesaire...(önemli olan ileri sürmek değil kabul ettirmek diyor şerefsiz içsesim)


  O değil de Gülliyeciğimle de çok az vakit geçirebildik. Onun da çalışmak zorunda oluşu bu durumu etkiledi tabii. Et Tekrar-u ahsen velev ki yüz seksen demiş eskiler. Ne demişler dersen sevgili blog bu durumun tekrarına işaret ediyor. Ama tabi ki evden kaçmak kısmının kesilmiş versiyonunu ve "previosuly on pirizi bırak" şeklinde bi giriş görmek istiyoruz.

kan tutması


   Kan grubumu öğrenmek(evet bu yaşıma kadar öğrenmemiştim, utanç verici biliyorum) bir insan grubuna mensupmuşum etkisi yarattı bende nedense! A Rh (+)' e dahil olmadan önce daha mutluydum sanki. Damgalanmış gibi hissediyorum kendimi.
Uygun fiyata kanımı satmak istiyorum:) 
Hoş, alan bulunmaz gerçi. Atı kessen  A Rh(+) çıkıyormuş:) 

güneş yanığı


   Spor hocam geçen hafta denizde uyuyakaldığı için çok feci yanmış. Benden krem sürmemi rica etti. Acaba gerçek yüzümü görse idi yine de eder miydi?:) Tipi fena olmamasına rağmen hoşlanmıyorum ondan, tipim değil sanırım. Ama gene de şekilli vücuduna  temas ilginç hissettirdi. 
Neymiş? Uykuyu seviyorsan yat turuna katılmayacaksın...:))

Life is...


     Hayat; 24 yaşındaysan ve hala ailenle yaşıyorsan gerçekten zor olabilir. Mesela anne ile baban arasında bir konuda hakemlik yapmak zorunda kalabilirsin ve bu en iğrenç durumlardan biri. İkisinden birine ihanet ediyormuşsun gibi mideni kasabilir.

çöp çatanın çöpü kırılsın



   Nedir bu insanımızdaki çöp çatma aşkı bi türlü anlayamadım.Hani toplum genişlesin büyüsün mü amaç?Zaten olmuşuz 70 milyon daha ne!!!  Senelerdir, abartmıyorum resmen senelerdir başımı bağlamaya çalışıyorlar; efenime söyleyeyim kızını bana verip kendisine damat yapmak isteyen mi ararsın yoksa en yakın zamanda adliyedeki hakim stajyer kızı(Allah için güzel kız. Eğer hetero olsaydım direkt atlardım yani. Kişiliğini de pek bir övüyorlar.Görüldüğü üzere benim de niyetim var:))) bana ayarlamaya çalışanlar mı dersin, peşimde kuyruk. Her gördükleri yerde her gören: "Avukat bey nasılsınız? Geçen stajyer hakim kızımız işe başlamış. O da çok iyidir maşallah siz gibi. Siz de halledin şu sınavı da aranızı bulalım. Çok da yakışırsınız bak birbirinize." diyorlar. 

   Bu aslında tipimin mükemmel olmasından kaynaklanmıyor. Töbe di, hemen öyle zanlarda bulunma sevgili okur.. Benim şahsi kişiliğimden, dolayısıyla elimde olmayan sebeplerden ötürü böyle.Kızlar pek hazzetmezler ama veliler görünce dayanamıyor. Sanki yaratılmış en mükemmel damat adayı benmişim gibi davranıyor.(Bi düş'ün yakamdan sevgili aileler!) Ama halbuki bilse durumu belki  üç günlük yoldan yaklaşmayacak yanıma ama nafile...

   Biraz ailemin de etkisi var tabi bunda. Hemen evlen modunda babam. Gençliğinde çok canlar yakmış. Az malın gözü değilmiş. Kendi ağzından duydum bi kadınla bi kızın babamdan ötürü saç-başa baş-başa yoluştuklarını. Adam istiyor ki oğlunun da kız arkadaşı olsun, çapkınlık yapsın, gezsin tozsun, takılsın.
 
   Annem hele, ses etmiyor ama zorla düğünlere götürmeye çalışıyor, ben çoğundan kaytarıyorum. Nadiren de olsa kıramıyorum, çok ısrar ediyor, o zaman gidiyorum hemen bi tanıştırma havasında, böyle millet görsün bilsin. Bu oğlan benden, ben yaptım der gibi bi havası-cakası var kadının. Ben utangaç adamım utanıyorum kızarıyorum sevmiyorum böyle avukat filan dediler mi; diyorum çöpçü olsam daha iyiydi. Napayım elimde değil yerin dibine geçiyorum. Büyük şehirde kimse sallamıyor ama burda ooo sanki sadrazamın sol topusun(bunu ben uydurdum):))))Halbuki yalan, öyle bişey yok:)

  İşte böyle sevgili okur. Sen sen ol, rahat bırak gençleri. Biliyorum iyiniyetlisin ama en azından ya hani yapacaksan hayrını tam yap ne istediğini sor öğren ondan sonra yap, ya da yapmayacaksan gölge etme başka ihsan istemezüüüükkkk!!! Çatmaya kalkanın da çöpü kırılsın innnşalllllah diyeyim:)))Tü tü tü tü...:)


yaz türküsü



 Yaz gelse buralara, her zaman geldiği gibi. Eskiden bir kaç ailenin kaldığı ama bahçesinde hanımeli kokusunun eksik olmadığı, mandalin ve asmaların gölgesi altında kahvaltı yapsak;Ağustos gülleriyle sardunyalar sarsa etrafı.Ortancaların pembesine benzese dudakların. Alı moru bir bahçede kaybetsem seni. Koruk tadında ekşitse bu durum yüzümü. Tam o sırada ayva kokulu bir dalda  bulsam seni.keşke sen gelsen de...

   Boş, sıcak ve miskin bir öğleden sonrasında denize gitsek; iki arkadaş gibi görünüşte. Deve güreşi yapsak etrafımıza sular saçarak.Ben korksam derin mavi karanlık denizden. Sen beni yüreklendirsen...Olmadı tutup çeksen götürsen elimden... Ben direnemesem her zamanki gibi teslimiyetimle ve mütevekkil tavrımla sana karşı. Akşamüstü dönüşte araba bulamayıp, sahil yolundan yazlıklar arasından, sağımızda mavi deniz, solumuzda yeşil, heybetli, kadim dağların gölgesi üzerimizde, 4km'lik yolu yürüsek; güneşin batışını izlesek zeytin ağaçlarının arasında. Ağustos böceklerinin sıcaktan şikayet edercesine cırıltısı kulaklarımızda...

  Ertesi gün Cunda'ya çıksak. Kilisenin harabesi gölgesinde bakınsak engin,masmavi deniz içindeki ufacık adalara. Ege'nin mitolojik dokusunda Zeus'u ve nice tanrıları anlatsam, fısıldasam çapkınlıklarını.Koşsak yakalayıp eteklerini. Sen şaşırsan, kızarsan kulaklarına kadar. Arnavut kaldırımlı taş döşeli sokaklarında; pembeler giymiş, rum evleri arasında dolaşsak.Rumca kelimeler fısıldasam kulaklarına. Hayret dolu gözlerinin en derin siyahına baksam...Durmasak, Şeytan sofrasında alsak soluğu... Güneşin en utangaç vakti baksak kızılına,daha da utandırsak güneşi, kaçırsak hatta...

  Sonra eve gelsek. Duş almaya fırsat bulamadan annemin sıcak yemeklerinin kokusunu bahçeden duysak ve bahçe masasının tozunu sen silsen. Gizliden bana baksan; ben de sana...Tabakları masaya birlikte koysak.Karanfil kokulu sıcak bir sohbete dalsak.  Yemek yedikten sonra üzerimize bir sevdalık uykusudur çökse.Ve vakit geç olsa benim odama geçsek, sarılsak sımsıkı gün boyu serinlemiş bedenlerimize.Deniz ve yosun kokan tenine bir buse kondursam, sen uyuyor numarası yapsan ama ben bilsem uyumadığını, kalp atışının hızlandığını.

  Nefesinin sıcaklığı ile uykuya dalsam.Sabah kalktığımda uyuşmuş kolumu sana göstersem... Sonra... Sonra eskiden bir kaç ailenin kaldığı ama bahçesinde hanımeli kokusunun eksik olmadığı, mandalin ve asmaların gölgesi altında  kahvaltı yapsak;Ağustos gülleriyle sardunyalar sarsa etrafı...

sen nelere kadirsin Yeşilçam


    Yok tövbe! Ben hata etmişim Yeşilçam'a dil uzatarak. Önünde saygıyla eğiliyorum. "Cahillik ettim affet." demeliyim.:) Nerden mi çıktı bu durum?

  Takip edenler bilir staj yaptığımı. Duruşmalar eğlenceli oluyor. Büyük şehirlerdeki stajyerlerin aksine ben genelde gidiyorum duruşmalara. 

   Efenim olay şöyle: Adamın birisi alkollü araç kullanmış ve kaza geçirmiş. (Alkollü araç kullandığı için de hakkında dava açılmış.)Sonrasında paniklemiş ve yardım etmesi için arkadaşını aramış. Buraya kadar her şey gayet normal. Aradığı bayan arkadaşı, adamla birlikte kardeşinin de olduğunu düşündüğü için kazayı kendisinin yaptığını söylemiş. Hop elde var bir. Sonra bayanın da başka arkadaşları ki onlar da iki kişi: "O bayandır, onun için zor olur, biz yaptık." diyelim demişler ve suçu üstlenmişler. Hop bununla etti mi 4... Ve neticede hakim karşısına çıktılar hepsi beraber. "Nayır Kara Mırat benim!" ;  "Nayır nolamaz Kara Mırat benim!" şeklinde trajikomik bir durum ortaya çıkmış.Meğerse Kara Murat hepsi imiş.:))) 

  Asıl bomba duruşma sırası bekleyen avukatlardan birinden geldi tabii: 
-Hakim Bey, bunları aslında ağır cezada yargılamak gerekmez mi?Malum örgüt olmuş bunlar artık:)
Hepimiz: "Keh Keh keh...":))

 

hayatımdan bir insan


  Seksenlerinin ortasına gelmiş bu asırlık çınar hâlâ gayet sağlıklı oturuyordu
karşımda. Yemesine içmesine çok dikkat eder, doktor yasaklamışsa ağzına koymaz.Şekeri olmasa benim gibi çelimsiz gençlere taş çıkartacak kadar da dinç üstelik. Eee eski toprak onlar ve eski güreşçilerden.

  Kendisi yakından olmasa da akrabam oluyordu. Ve sanırım yaşlandıkça da kardeş torunları olduğu dedeme daha çok benziyordu.Bu bakımdan onu ayrı bir seviyordum.Ne gariptir ki insanlar yaşlanmaya başladıkça kendi ailelerindeki kişilere dahaçok benzemeye başlıyorlar.Bu durumu başka kimselerde de müşahade etmiştim.

  Geçmişten bir bahis açmıştı."A köyünün adamları beş para etmez. Yanına gitsen bir bardak çay ısmarlamaktan kaçınırlar.Aç gitsen bir topak ekmek bulamazsın.K'den A'ya bir hakim gelmişti bir vakitler. Köy kahvesine girip oturmuş. Demişler  'Bu kahveye ilk kez giren bütün kahveyeçayı ısmarlar.' Hakim de:
'Adet böyleyse ısmarlamak lazım.' demiş.Ismarlamış. Bir Allah'ın kulu da 'Siz yabandan gelmişsiniz öyle şey mi olur?' dememiş. Hepsi içmiş. Ya adam belki maaşını çekememiştir ya da yanına para almamıştır.Netice de bunlar olmasa bile adam misafir gitmiş oraya.Bu kadar görgüden yoksun insanlar mısınız siz?" diye usul usul ama ağır-kızgın bir ses tonuyla anlatıyordu.

  Öğretmenlik yapmış yıllarca Anadolu'da büyük bir iştiyakla ve mesleğinin hakkını vererek. İş saatleri dışında verdiği derslerin hepsini nakde çevirseydi herhalde bir ev alacak kadar parası rahat olurdu. Bir vakitler teyzemin oğluna da ders vermiş."Y gitmediği zaman derse hiç kızmazdı.Neden gelmedin diye sormazdı. 'Eee işin çıktı da ondan gelemedin herhalde?' der Y'nin yanına o çıkar gelir ve dersi burda verirdi." diyor teyzem.O kadar ki yetiştirdiği her bir öğrencinin hala bile adını,soyadını, ailesini biliyordu. Genç olmama rağmen daha dün akşam ne yediğini bile hatırlayamayan ben,kendimden mahcubiyet duymadan edemiyordum karşısında.

 Teyzemin yüzüne bakıyorum bu esnada:
-Hepsini hatırlar tek tek, hafızası çok kuvvetli maşallah, diyor.

  Bence durumun hafızayla ilgisi yok denecek kadar az. Durumun ilgisi, mesleğine olan sevgisiyle alakalı. O kadar fazla öğrenci yetiştirdi ve bir gelecek bağışladı ki onlara herhalde hepsi arkasından ona hayır dualar ediyordur. Hatta öğrenciden de öte insan yetiştirmişti."Önce insan"ın ne demek olduğu onda tecelli ediyordu sanırım.

  Bize örnek olasın ebed müddet; ömrün uzun olsun H dayı...


 

uzanmışım kumsala...



   Her internete girişimde büyük bir heyecanla bakıyorum mailime. Ya da gelen yorumlara. Sonra hiç bişey gelmediğini görünce  "Anne, diyorum "neden benimde gizli hayranlarım yok?" Neden bana da "Öp beni bad-ı saba yi beni bad-ı saba!"  yazmıyorlar? Böyle millet kendilerine  mesaj geldiğini yazıyorlar, çok kıskanıyorum lan onları. Benim neyim eksik lan? Benim de iki kaşım, iki kaşımın altında tek gözüm, bacağımda kılım var.Kariyer desen hurdacıların kralıyım.  Ama neden neden diye kendimi deniz üzerindeki muzlara vurasım geliyor arkadaş. Dizlerime gelen suya girip orda boğulasım var bu yüzden son dönemlerde. Bir yaz aşkı bile bulamadım.Bıraktım yazını, sonbaharını, kışını ara dönem aşkına bile razıyım; valla bak! Beklentilerimin ve buna bağlı ruhi bunalımlarımın bu derece düşük olacağını hiç düşünmemiştim. Kalbi atsın yeter lan!!! Hatta atmasa da yeter! Sıcak su döker.... Töbe estağfirullah...

   Saçmalıyorum sevgili blogcanlar. Aldırmayın siz, beni kendi halime bırakın. Ama şu Tanrıların dağının gölgesi altındaki yunan sütunu(!) bacaklarımı da yabana atmayın.Sevin, sevdirin, mail atın, hatta yorum yapın; ekonomiye can verin sevgili blogcanlarım. Atılacak bir mail karşılıksız kalmayacaktır. Hadi kalın sağlıcakla! Ben en güzeli gidip sahilde yalnız yalnız uzanıp etrafımı keseyim, bişey olacağından değil ya....(Son uyarı: Bacaklar benim bak ona göre hah!Önümdeki çocuğu da iyi kestim:))

    Valla son not: Azıcık(sakın yanlış anlamayın çok değil) eli yüzü düzgün, efendime söyleyeyim aile terbiyesi almış, tek tabanca takılmaktan ve "elindeki"nden sıkılmış birisi olsun:)))

püskütüne bandım

  

   Gündemin "püsküt" tartışmalarıyla yerinden oynadığı son günlerde ben de bir yorumda bulunmak istedim:

  "Püskütünü" çaya batırır ve yanlışlıkla fazla tutarsan daha henüz dilinin üzerine koyamadan masaya düşürürsen, kaşığınla aldığında kıvrışık kıvrışık, iğrenç bi görüntüsü oluyor. Onu yemek bile istemiyor canım. Ama nimet, arkamızdan koşar, günah. Böyle gördük biz babamızdan.

mutluyum, mutlusun, mutlu


    Burası yaradı bana.Kendime geldim. Depresif havam da dağıldı. Tek sorunum babam kaldı ki onu da çok sallamıyorum:) konuşmuyoruz bi haftadır. Susması konuşmasından ve sürekli ders-sınav meselesini başıma kakmasından daha iyi.Resmen stajım da başladı artık. Gerçi bi haftalık staj süremde dosya tozu yutmaktan başka bişey yapmadım. Çünkü adliyede tamirat vardı ve kalemi de taşıyorlardı. 

   Baro Çanakkale'ye götürdü. Orda bir arkadaşım vardı samimi olduğum, yurttan. Onunla buluşayım derken otobüsümüzün binmiş olduğu feribotu kaçırdım. Başka bir vapurla karşıya geçmek ve Yunan bir adamın halimize acıyarak yardım etmesi şeklinde sona eren bir maceram oldu. Bu kadar da acınası bir gezim oldu.:)) Gerçi gezi de zarf atan atana idi ama " Havan kime güzelim havan kime ha?" diyerek yüz vermedim:)

   Eskilerden beklemediğin birinin ani bir mesaj atması insanda garip hisler uyandırıyor. Sanki böyle suyun dokunuş hissini yeni tanıyıp, elini yenini ıslamasına aldırmaksızın oynaması gibi... İşin içine tabi hangi dağda kurdun öldüğü sorununu getiriyor, sonraki aşamada ise  arkadaş mı yoksa başka bitin yeniği mi,...  Garip işte:)


  Deniz açılışını yaptım geçen hafta. Karpuz kabuğu henüz suya düşmeden ben düştüm. İlk başta nefes kesecek kadar keskin bir soğuktu ama sonra yatağım kadar sıcak gelmeye başladı.Bu sene spora gidiyorum üç hafta oldu. Ki denizde artık rahat rahat tişörtümü çıkarabileceğim çekinmeden:)

  İlk okuldan  bir arkadaşım vardı uzun zamandır görüşmediğim. O zamanlar farklılılığının ne olduğunu tam anlayamadığım. Geçenlerde şans eseri tekrar tanıştık. Oldukça hoş biri olup çıkmış. Sanırım o da bizden biri:) Ama cesaret edip de açılabilir miyim kendisine bilmiyorum. Dahası sanmıyorum da... Ufak yerler dedikoduya çokça meraklıdır. Bu konuda ne kadar güvenebilirim bilemiyorum. Platoniğim evet ne olmuş!:)

takip

    Milletin peşine karı- kız, erkek filan takılır benim peşime bildiğin oğlak takıldı bugün. Tüm çabama rağmen gitmeyip beni taa eve kadar takip etti. Hatta ben bahçeye girip odama geçtiğimde dışarda içli ve acıklı meliyordu. Bana anne diyecek diye korkmadım değil doğrusu. Ne hümanist hatta hatta animalist bi insanmışım haberim yokmuş:)

kulağıma küpe

   Alacaklı ve borçlu olan iki kimseyi bir araya getirmeden insanları tanıdığını düşünme yeğen!!!
Ama kabul! Velveleyi karşıdan izlemek psikopatça bir zevk veriyor insana!
Kötüyüm ben kötüyüm, kötüyüm:)
 
    Not: Resim alıntıdır.

resimsiz hayatımdan şekilsiz başlıklar

    Çok sık giremiyorum internete. O yüzden o güzel yazılarınızdan da mahrum kaldım. Umarım kusura bakmazsınız.

   Küçük bi şehir burası. Hatta kasaba bile denebilir. Herkes herkesi tanır hatta sizin tanımadıklarınız bile sizi tanır. Denize yakın olması en büyük ve en sevdiğim avantajı... İstanbul beni çok yordu, üzdü nedense. Belki de üzen İstanbul değildi, bilemiyorum. Biraz dinlenmeye ve kafa dinlemeye ihtiyacım var.Bu bakımdan iyi gelecek.

  Ama diğer yandan da kapana kısılmış gibi hissediyorum. Gönül meseleleri konusunda bi ortamda bulunmam imkansız. Onun ötesinde imkanım olsa bile girişimde bulunmayacağım çok açık. Bunu göze alamam. "The only gay in the village" modundayım sanırım:))) 

  Sınavı kazanma ihtimali çok çok zayıf. Baktığım ilk elli sorudan 20si yanlış çıkınca devam etme  gereği bile duymadım cevaplarımı kontrole.(bu sazan'a bir cevaptır:)) Aralık sınavına artık:) Arada başka sınavlarda var. Şansımı onlarda da deneyeceğim eylül ve devamında. Ancak şimdi en güzeli stajı başlatmak. Bu hafta tamamen staj belgeleri ile uğraştım. Neredeyse tamamladım ama henüz  bitmedi.Yarın belgeleri teslim edebilirsem ne mutlu bana:)

  Hadi bakalım gençler, benden bu kadar! Küçük sevimli odama ve aileme dönme vaktidir. Şimdilik kalın sağlıcakla:)
(bi dakka lan! Bu da Adile Naşit'in masal saati gibi oldu:))

uzak diyarlardan bir heyo!


Oynatmaya az kaldı
doktorum nerde?
bir saçma sınav yüzünden 
ÇILDIRACAĞIM!!!

Dipnot:Sınava 8 gün, yani epey az kaldı. Gayet ümitsizim. Şans dileyin, her neye inanıyorsanız dua edin benim için:)
Dipnot 2:Bir ses edeyim dedim:)Döneceğim en yakın zamanda. Ne zaman diye sormayın, ıhlamurlar çiçek açtığı zaman... :)

blog arkası yazıları

     *Ders çalışmaya gidiyorum.İki ay sonra gelicem.
*Okul biter, ders çalışmak ve öğrencilik bitmez.
*Adalet Bakanlığı kontenjanında yer yoksa güzelim, olsun ben ayakta da giderim.
*Miras değil, alın teri(mezuniyet belgesinin arkasında şık durur.)
*İstedim vermediler, sen hukukçusun dediler.
 

bir şarkının özetledikleri



   Bir vakitler kar yağmış da yavaş yavaş eriyen karın altından boynunu uzatan bir çiçek gördüm. Koparacaktım, kıyamadım sonradan.Kızacağını biliyorum merak etme! Sonbaharda düşen yapraklar çoktan çürümeye durmuş. Yenilerini bekliyor sanırım ağaç.

    Yan komşumuz Ayşe Abla'nın kızının evi hacizden kurtulamamış diyor annem. Ama daha ucuza bir kiraya çıkmışlar. Artık kocası da hanımının yanına gelebiliyormuş böylece.  Kaynanasının gazabından kurtulabilmiş senin anlayacağın gariban adamcağız.

   Yeğenlerimden birisi karne almış geçen. Hepsi pekiyiymiş. Sanırım hediye almak şart oldu. Bu onun ilk karnesi. Geçen okuluna onu almaya gittiğimde nasıl da heyecanlıydı. Bütün arkadaşlarına pek bir caka sattı. Diğer yeğenim de nasıl tatlı olmuştur. Ufacık haliyle paytak paytak ortalığı birbirine katıyordu. Havalar soğuk değil ama bir girip bir çıkarken hasta olmamasına özen gösteriyordur annesi.Bilirsin anneler her zaman düşünürler böyle şeyleri. Hatta benim özensiz ablam bile nasıl titriyor üzerlerine. Babamla her zamanki gibiyiz, limoni. İki ay onunla nasıl geçinirim bilmiyorum. Ama annem herhalde bir yolunu bulur bizi geçindirmenin. Hem odamdan da çıkmayıveririm fazla. O zaman sıkıntı olmaz. Neyse geçeyim bu tatsız konuyu...


    Geçen Gökhan aradı. "Nasılsın?" dedi."İyiyim oldukça. Hayat işte dönüp duruyoruz etrafında." dedim. "Ne zaman geleceksin?" diye sordu. "Kısa zamanda ama belli değil henüz." "Görüşelim muhakkak geldiğinde." dedi. "Tabi ki!" dedim. Ama burdan ayrılmak istemeyen bir yarımdan bahsetmedim hiç. Senle kalacak olan yarısından.

   Sobalar kaldırılmadan bi gitmek lazım bizim oralara. Kışın tadı asıl orda çıkar. Dışardan üşüyerek geldiğinde ellerini sobanın sıcaklığında ısıtmak gibisi yoktur. Ah sen de olsaydın şimdi! Biliyorum biliyorum, sitemlerini duydum bir bir. "Bekle!" diyorsun. Elimizde başka çare yok sonuçta. 

   Kahvaltı yapmadım henüz, kızacaksın. Çayı ocağa koydum, cızırdamaya başladı. Peynir, zeytin, reçel var. Öğrenci evi malum... Kekikli yumurta yaparım istersen sana. Sen de olsaydın karşımda... 


  Gelişin çok yakın ama sanırım ben seni özledim. Çabuk gel hadi bekletme beni! Şimdilik hoşçakal.

adını sen koy



   Bizim köyün bağlı olduğu beldenin eskiden enteresan bir nüfus memuru varmış. Bilemeyeceğim adam acaba Cebrail ile ortak çalışıyor da semadan mı alıyor görevini. Lakin adam bir vakitler köyde ne kadar Ayşe,Fatma, Ahmet, Mehmet varsa değiştirmiş. Hayriye olanınkini Fikriye(fikretsinler diye), Huriye olanınkini Zikriye(memurun aile efradını bol bol zikretsinler diye herhalde) diye sallamış babam işkembe-i kübradan. İsimlerden dolayı sanırsın ki köy değil Bebek sahil kenarı. Köyün bugünkü yaşlılarının isimleri hep değişik resmiyette bu yüzden. Benim ebemle dedemin de isimleri değişik.  Hatta ablamın ismini babaannemin resmiyette ki ismini koyacaklarmış ki fena da bir isim değildi. Nedense vazgeçmişler sonradan.

   Gariban köylü insanı dememiş o vakit neden bu böyle, bizim ismimiz bu değil deyi.Kabullenmiş, sineye çekmişler bu durumu. Ne yapsın insanlar, karın doyurma derdindeler. Hoş isim deyip de geçmemek lazım. Eski Türklerde yaptığı işe göre isim alanlarımız bile vardı. Bunlardan en önemli örnek de Boğaç Han'dır herhalde.


  Bu durumun domino etkisinden midir  yoksa sosyolojik, psikolojik, hatta travmatolojik durumdan mıdır bilinmez şimdiki nesil yeni doğmuş dünya tatlısı bebeklere farklı isim bulma gayreti içerisinde. Eski isimler rağbet görmüyor artık, anlaşılan eskiye rağbet artık bit pazarlarında bile değil.

   Fıroydsal bir bakış açısı: Elbette ki istedikleri isimleri koyabilirler, sonuçta bu onların en doğal hakkı. Ama altında başka aslan mı yatar acaba bu isteğin? Kültürün en canlı olarak  yaşadığı yerler olan köylerde de mi gittikçe değişim, başkalaşım, bunun yanında biraz kokuşma, biraz modernleşme  neticesi doğacak? Bilemiyorum elbette. Ama Fıroyd amca burda olsaydı o daha iyi bir sonuca varabilirdi belki. Gerçi o da yazsa yazsa "Kalçalı kadından pançalı oğlan doğar." a bağlayabilirdi olayı ya neyse biz bitirelim burda.

ne, zam mı?

  Bugün ev sahibi gelmiş kirayı almak için. Geçen aydan söylemişti kiraya zam yapalım diye. Ev öyle fazla ahım şahım ve geniş değil ama en azından yer bakımından çok merkezi ve ulaşım hakikaten kolay. Verilebilecek en iyi fiyatı versek de neticede iki senedir kalıyoruz aynı evde ve biraz zam yapması hakkıydı.

   Ancak bu sabah geldiğinde ben duştaydım ve oda arkadaşım çıktı kapıya. Zamda anlaşmışlar ama şöyle bişey var ki biz iki yıl önce Eylül'de eve taşınmışız ve geçtiğimiz Eylül'den bu yana ödediğimiz kiraların eksiklerini de tamamlayacakmışız. Hemen tepem attı: "Öyle şey mi olur yahu? Zam geçmişe yürür mü? Madem o zaman zam yapacaktı bi ay öncesinden haber verseydi. Bu aykini zamlı ödeyelim ama bundan öncekiler için ben para mara vermem." dedim ev arkadaşıma.Bu nasıl bir kabullenmişliktir ki ev sahibine hiç birşey dememiş. Hatta daha onu haklı görüyor. "Ne var yahu öderiz!" diyor.

  Olaya fazla müdahil olmak istemiyorum çünkü bugün var yarın yokum sonuçta; sorun da istemiyorum. Ama öle bir durumda ev arkadaşlarımın da geçmiş kira dönemleri için para vermesini istemiyorum açıkçası. Ha onlar biz illa ödeyeceğiz derlerse orasına ben karışmam ama zırnık da para vermem. Hukuki olarak da alması mümkün değil zaten; arada ilk başta şu kadar sene sonra şu kadar zam olur gibi bir anlaşma olmadığı gibi  bize önceden bildirim de yok. Bu durumda neticede evden çıkarma kalıyor ki o da kolay değil. En az yarım sene uğraşır. 

   Bana kalırsa, ev arkadaşımın parası çok değilse ödememeli. Ama sanırım ödeyecekler. Gerçi ödeseler de ben para verecek değilim. Madem susuyor o zaman sonucuna da o katlanacak. Ama gene de onun cebinden para çıkacak olması beni rahatsız ediyor.Bazen bu kadar da sessiz olmamalı diyorum ben. Sen eşek olunca semer vuran çok oluyor çünkü.    

pazar geyiği

   Hep bir Apple bilgisayarım olsun istemiştim. Yaptım oldu.

devlet meselesi değil kavanoz çetelesi

    Eve çıkmış her üniversiteli gencin korkulu rüyası mıdır bu kavanozlar veya saklama kapları? Şimdi memlekete dönerken hangisini birini sığdırayım valize? On yüz bin milyon tane kavanoz var ama bir o kadar da kitap, giyecek veya ıvır zıvır şey var. Allahtan ki annem öyle elli sefer "Bak, unutma oğlum muhakkak getir." filan diyen tiplerden değil. Zira babaannemden biliyorum gına getiriyor artık söyleye söyleye. 

   Alacaksın şöyle üç beş takım. Koyacaksın bir kenara. "Al hüleyn! Bunları sürekli kullan, benden kap map isteme." diyerek  postanı koyacaksın, tek kaş havada. Yok ama anneye olmaz o , çok ayıp! 

   İyisi mi gene kapları geri götürmek herhalde! Öfff  pöffff!!! Kavanoz dipli dünya.

bir istanbul hatırası

     İnsan doğası ne ilginçtir! Biliyorum bu şehirde yaşamak istemediğimi ama neden hala ayrılmak bu kadar zor geliyor? "Bak iyice bak bu yerlere ya görürsün ya göremezsin bir daha." diyen içsesime karşı neden bir yumruk gelip oturuyor göğsüme? Tamam henüz çıkışımı alamadım bizim üniversitenin gerizekalı sisteminden dolayı. Ama her adım attığım yerin lanetli olduğunu düşündüğüm zamanlar geçip gitti mi, o kadar mıydı? Şimdi kopmak istemeyişimin, bu ısrarlı tavrımın sebebini ah bir bilsem!

    Beş buçuk yıl önce, ÖSS tercihlerini yaparken İzmir'in gelmemesi için elimden geleni yapmıştım. Çünkü İstanbul'a bir sefer gelmiş olmama rağmen aşık olmuş, o zaman ayrılırken de maşuğundan ayrılan sevgili gibi mahzun bir edayla:
 
  -Geleceğim bir gün muhakkak, diyememiş; sadece "Keşke buraya gelip burda üniversite okusam!" deyip iç geçirip gezmiştim. O zaman bu şehrin ne güzellikler barındırdığını gören gözlerim nereden bilsin bir o kadar da çamur içerdiğini. 

   Bu kadar içten istenen  dua ve sebepler manzumesinde yerine getirilen her şey elbette ki meyveye duracak ve bana tam 2 yıl sonrasında burada okuma imkanını verecekti.Ne yalan diyeyim zorlu bir üniversite hayatı oldu benim için. Ve anladım ki ne kadar süper bir bölüm olursa olsun, eğer istenen bir bölüm değilse ve severek gelinmemişse ya karın ağrıtıyor ya baş. İş hayatı da bir o kadar korkutuyor gözümü.Eğer çok isteyerek geldiğim bir alan olsaydı muhtemelen derece bile yapardım, ki şimdi okulu zor bitirdim.  Çünkü biliyorum kendime güvendiğim ve "Ben bunu yaparım ne olacak!" diyebildiğim bir alan değil. Elbette daha sonra alıştığımda yapabilirim ve eminim iyi olacağım öğrendikten sonra işimde ama önce bi beş sene kadar sürünmem gerektiğinin farkındayım.Neyse anlatacağım konu bu değil.

  Devlet yurduna başlangıçta hiç iyi bakmamıştım ve nitekim ilk zamanlar da çok küfrettim. Nerden bilebilirdim ki şimdi arkama dönüp baktığımda en güzel günlerimin ve üniversite deyince aklıma ilk gelecek anıların yurt anıları olacağını?! Fevakalade arkadaşlıklar edindim orda. Mükemmel insanlardı hepsi.(tamam bazıları o kadar değildi:)) 

  Yurttan sonra o kadar da özlemeyeceğim ev hayatı başladı. Yurt arkadaşlarımla iletişimimiz kopmamıştı elbetteki ama zayıflamıştı bağlantımız. Ve nihayet herkes işine gücüne başladıktan sonra yavaş yavaş yalnız kalmaya başlamıştım bu şehirde... En zor zamanlar da bunlar oldu herhalde. İnsanın kalabalık bir evde yüreğinin gittikçe yalnızlaşması berbat birşey doğrusu.Yalnız kalmak, yalnız olmaktan daha zormuş. Neyse ki çok uzun sürmedi.

   Şimdi tüm bu olanlar ve içindeki sevdiğim insanlar, hatıralar mı benim elimi kolumu ve yüreğimi bağlayan? Yoksa şehrin görünmez ruhu mu? Peki o zaman "Git, bu şehirde yaşanmaz!" diyen kim? Çelişkili varlık şu insanoğlu.

  Sebahattin Ali'nin  kitabında bir sözü var. Sanırım noktayı onunla koymak en güzeli olacak, düşüncelerimi bir nebze de olsa açıklayacak ve vazgeçeceğim düşünmekten:  " ...Dünyanın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düsürecek ne muthis ve karışık bir ruha maliktirniçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hukum verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?..."  

böyle buyurdu nenem 9

   Gadınıng birisi oğluna başka gövden bi gelin alasıymış. Emme gelining de dili petreme(peltek) olduundan anası öğüt veemiş. Dimiş ki:

  -Gızıım kittiing yirde hiç gonuşma da anglamasıngla petreme olduunu. Gız da "Eh!" dimiş.

    Yingi gelin nise aradan bi ay geçmiş iki ay geçmiş ne dirlese yapıyomuş emme hiç konuşmuyomuş. Gaynanası da "Acaba hata mı yaptık, kötü bi pişe mi didik de ondan mı gonuşmuyo ku biznen." diye tüşünüyomuş.  Sona bi gün aklına pişe gelmiş. Bağe(kaplumbağayı) yağa batırmış, yağlamış duzlamış sona da una buladıktan sonra tepsiye ters çevirip yatırmış.

   -Hadi gızım bunu hurunu(fırını) yak da pişir ge, dimiş. Kendisi de izlemee durmuş gelini gizliden. Gız gine hiç pişe dimeden almış tepsii götüryokene ters yatan bağanıng da ayakları oyneyomuş tabi. Gelin de bunu görene gıda kendi kendine gonuşyomuş:

   - Alla Alla! Elleen tölene deldik de elli alaklı bölekle göödük, dimiş.

oğlak erkeği

  
   Hem çalışkan, hem zeki hem de hırslı... Daha ne olsun ister bir insan diğerinden. Para kazanmak konusunda üstüne yok deseler de vallahi yalan. 

  Sistemi, düzeni sever. Dağıtmaz öle etrafını. Kıvrılır bi kedi gibi kenara oturur seyreder mırmır. Kedi demişken en az onun kadar da şüphecidir. İnanmaz, güvenmez çabuk. Ama güvendi mi de değmeyin keyfine. Sıcak görmüş muhallebi gibi kıvama gelir. Böyle üstüne titrer de titrer.


  Kendini seveni de sever.Sık eleklerden geçerek diploma almış dost candır can. Hele böle boğazına, gezmeye, hayata Polyanna gibi bakmaya meyilli biriyse inci mercandır.


   Gizli bir muhafazakar komünisttir aslında Oğlak. Bundan mütevellit kabul etmiş görünen dış görünüşünün altında ne rintlikler ne hinlikler yatar da kimse bilmez. Saman altından sadece su yürütmekle kalmayıp direkli direkli kalyonları da geçirebilir, sonradan o direkleri ne yapacaksa artık!

   Çekemeyenler cimri diyorlar. Külliyen yalan. Tutumluluk ne zamandan beridir cimrilik sayılır oldu. Kefen parası olarak koyduğumuz üç kuruşun hesabını tutuyorlar. Zor günde elaleme aman mı diyelim yani? Şemsiye girdikten sonra ağlamanın ne faydası var?!  Baştan çelik don giymek en güzeli. 

   En ideal eştir. Sadıktır, yerinde kıskançtır, uzun solukludur ilişkileri. Bi de sempatiktir ki yeme de yanında yat.Siyah nokta bulunmaz hiç üstünde, sütten çıkmış ak kaşıktır.Kısaca melektir melek. Alan bir pişman, almayan bin...

   Koş koş kız Melahat, kampanya stoklarla sınırlı.
  

   


 

miminiz sönsün he mi:)

  Kara kedi mimlemiş efenim. Konusu da batıl inançlar hakkında olacakmış.Babaannem hep anlatır  çitlembik ile çörek otunu ve nazar boncuğunu üstünde taşırsan hiç nazar değmezmiş. Çok garip. Teorisini ispatlamak için de şöyle bir hikayesi vardır:

   Adamın birinin çok kem gözleri varmış. Neye baksa hemen çatlatır, maşallah dediği üç gün yaşarmış. Bu adam bir gün birinin çok doru, çift süren öküzlerine bakmış bakmış ama bir türlü bişey yapamamış. (neden öyle bir fantazisi varsa artık!) Sahibine sormuş: " Bunlarda bişey mi var üzerlerinde?"  Sahibi de boynuzlarına çitlembik, çörek otu ve nazar boncuğu taktığını böylelikle nazardan korunduğunu söylemiş.

- Tak oğluuuum tak guzuuuum, nazarlardan korusun e mi?
  Der yakama paçama orama burama illaki iliştiriverir.
 

bir kuple hayat

   -Geçen nenemle konuştuk. Bir gün öncesinde annemler zaten haber vermişler derslerimi geçtiğimi. Çok mutlu olmuş tabii. Hatta öyle ki o akşam sevincinden ağlamış. Bana aradığım zaman söyledi. O an böyle yanaklarını sıkmak geçti içimden.Ne tatlı bir insandır o yaaa:) Nazar değmesinden filan mı korkuyor artık bilmiyorum ama henüz köyde kimseye söylemiyormuş ki çıkışımı alana kadar bekliyormuş, emin olmak için.
   
  - Babamın ağzı kulaklarında.bütün işyeri komşularının haberi olmuş. Bir arkadaşım soruyordu horoz kesmiş mi diye. Ben de yok kesmemiştir. Ben gittikten sonra horoz kesilir  ama bütün komşularına çay ısmarlamıştır dedim. Akşama sorduğumda da aynen zannettiğim gibi olduğunu söyledi. Garip bir biçimde ilginç geliyor bu durum bana:)

  -Benim Rus arkadaşın geçenlerde Danimarka'dan bir  arkadaşı gelmişti. Rus arkadaş çalıştığı için onunla ilgilenmemi rica etti. Ben de olur dedim. Farklı kültürlerden farklı insanlar tanımak hoşuma gitmeye başladı.İngilizcemi de WTF düzeyinden epey ileriye taşımış vaziyetteyim:) En azından tam olarak konuşamasam da anlayabiliyorum. 

    Neyse bahsedecğim olay şu ki Rus arkadaşın evinde yangın çıktı ve her şey kül oldu. Tabii çocuğun kalacak yeri yok, gelen misafirinin de...  Ev arkadaşlarımın gittiğini de göz önüne alarak bizde kalabileceklerini söyledim. Bi kaç gün bizde kaldık. Aramızda epey bi samimiyet de doğmuş oldu böylece Danimarkalı ile filan. O epey meraklıydı zaten Türkler ne yer ne içer nasıl yaşar... Tam anlamıyla görmüş oldu. Onunla birlikte ilk defa hamama gitmiş oldum ben de. Fena bi yer değilmiş. Yanımda yabancı ile turistik olmayan(çünkü o turistlerin gitmediği bir hamama gitmek istedi.) bir hamama gitmek ordaki insanların epey bi ilgisini çekti genelde biz Türklerde olduğu gibi.(Kabul seksi bir vücudu vardı, utandım bak:P) Normalde yüzüme bakmayacak insanlar benle sohbet ediyorlar onla ilgili sorular soruyorlardı, ilginçti:)) Ayrılırken sıkıca sarıldık, neden böyle alışmak ve sonra ayrılmak zor oluyor:(

  Rus arkadaş yeni evine taşındı ama benim son günlerim olmamdan dolayı bize gelmişti dün akşam. Sonra sohbet filan koyulaşınca geç oldu diye bırakmadım ben. Bilmem neden, böyle yatağa uzandığında samimi olduğun biriyle konuşmak çok hoşuma gider. Çünkü her şey gayet içten söylenir o anlarda. Dünyada bi çok ülke gezmiş, bir sürü insanla tanışmış ama en yakın benle hissettiğini ve bana açıkça, yargılanma korkusu olmadan herşeyini söyleyebildiğini söyledi. Ben gidince ne yapacağını burda falan filan, daha bir çok şey konuştuk. Enteresan bir biçimde birinden bu tür bişeyler duymak hoşuma gitti. Sanırım egom tatmin oldu, kabul. Ama umursanmak, yakın hissedilmek, değer bulmak hoş duygular.   

ıradyo

   Bundan çok yıllar evvel daha kısa donlarla, yamuklu gazoz kapakları ile oynarken ve henüz Nuri abinin bize rastgelme ihtimalini dahi düşünmediğimiz yıllar (ki kendisi o sıralar epey piyasa idi, neyimize güveniyorsak artık.Epey cesurmuşuz anlaşılan:))... Annem, ablamla bizi tüp bittiğinde tüp değiştirmeye gönderirdi çarşıya. (O tüp de ne ağırdır; onu böyle ağır yapanın gelmişini geçmişini..., tövbe estağfirullah.) Biz ablamla boş tüpü götürür dolu olan daha ağır tüpü de geri getirirdik eve.

   Her ne kadar tüp için gitmiş olsak da biz sadece tüp için gitmeyiz tabii; kısa günün kârıdır. Bi kaç kat üstteki radyoya -sanırım ismi best efemdi her zamanki gibi - muhakkak çıkar ve gider istek parçada bulunurduk. Ama o zamanlar öle email atayım, yok efenime söyleyeyim telefonla bilmem kaç bilmem kaça msj göndereyim Zeki Müren'den Sorma ne haldeyim sevgi pıtırcığıma gitsin,  devri değil henüz.  (Niye Zeki Müren'se? Herhalde zaman eski ya ondan evet:)) Adını soyadını yazdırır, kısaca önce güzel çocuk veya çiçek olur sonrasında  hangi parçayı istediğini ve kimlere armağan ettiğini tek tek yazdırırsın. Ordaki kız hızlı hızlı bunları yazar. Hatta kız bazen atlayınca kızar, "Bu da olacaktı ya yazmadı bak bak" dersin, sesini çıkarmazsın.

   Neyze uzun sözün kısası, tüp değiştirme bir nevi eğlenceye dönüşmüş olur. Çünkü akşam eve gelindiğinde radyo açılır ve saatlerce dinlenir tek tek bütün şarkılar. Tam artık sıkılmaya başlandığı anda DJ ismi söyleyiverir ve dağılan dikkatler bir anda toparlanır. Herkes radyo başına gelir kulak kesilir. Sanki daha dikkatli bakarsan şarkıcıyı göreceksin. Bir kaç dakika süren şarkıdan sonra zafer kazanmış bir savaşçı edasıyla herkes radyo başından ayrılır ve işine gücüne dağılır. 

  Böyle basit ve eğlenceli zamanlardı o zamanlar işte. Şimdiki gençler varsa yoksa msn, facebook, zırt pırt mesajlar filan...Olmaz azizim. 
   Eskiden buralar dutluktu mesela:)

o lallaaaaa....

    Baylar bayanlar, bayılıp da ayılacaklar, ayılana limon bayılana gazoz alacaklar, gazozların kapağını açacaklar!Duyduk duymadık demeyin!

    Bugün ve an itibariyle mezun bir insanım artık ben. İş dünyasının kazıkları için hazırlamam gerek kendimi, hani kremler falan filan:))

   Memleket kokusu gelir artık burnuma. En azından sınava kadar ordayım. 

   Babama gelen vahiy sanırım bu sefer gerçek çıktı, adres doğruymuş:)) Aradım haber verdim hepsine. Nasıl sevindiler anlatamam. Annem ve komşuları hep beraber çığlık attılar resmen. Babam "Üniversiteyi kazanmandan daha çok sevindik." dedi ki haklıydı sanırım. Çünkü üniversiteyi kazanmak bu kadar zor olmamıştı:)

   Arkadaşların hemen hemen hiç birisine haber vermemiş olmama rağmen yıldırım hızıyla mezun olduğum yayılmış ve herkes: "Hadi gözün aydın, bize de dua et sen temiz kalpli adamsın kabul olur duan". diyorlar. Tabi tabi(!) diyorum ben de:))

   Ev arkadaşlarım önce üzerime atlayıp bir güzel ezdiler. Sonra sırtıma vurdular göçürünceye kadar. Ama sanırım hissetmedim:) yarına acıyacak galiba:))

  Neyse işlerim çok burda. Bu genç kaçar artık. Evi okulu eşyaları filan tahliye edip arkadaşlarla bi kaç gece kopup  sonra da usulca (veya gayet de gürültülü) terketmeliyim bu şehri:)) 

yatsıdan sonra gelen mim

Dindarsınız ya da değilsiniz, inancınız var ya yok , dinlerini yaşadığını söyleyen insanlarda en çok sizi iten şeyler ne ve neden? Diğer dinlere ya da inançlara karşı oldukça hoşgörüsüz olma. Hoşgörülü olmanın bir nebze o dine geçmek veya kendi inancından soğumak olarak algınıyor olması.


Sizi siz yapan özelliklerinizden en belirgin olanı ne?Çok yumuşak ve güleryüzlü olduğumu söylerler. Bundan dolayı da çoğu zaman kimseye hayır diyemem. Bir de çok insandan duydum: insanlara göstermediğim bir yanım varmış hep. Gizli kapaklı bir tipmişim:)

Etrafınızdaki kişilere saygılı mısınız? Neyiniz insanlardan farklı ve ne konuda daha çok saygı bekliyorsunuz?Karşımdaki insan saygıda kusur edilmeyecek bir insansa elbetteki etmem. Ama saygı görmeyi hak etmeyen biriyse o takdirde saygısızlık etmesem de öyle bir ortamdan derhal uzaklaşırım.Ben sıradan bi insanım ve diğerlerinden pek de farkım yok. Fark görmek meselesi bir yanıyla kibre bakar.Zayıflığıma daha fazla saygı göstererek omuzlarıma daha az yük koyabilirler mesela:))

"İnsanın" sizdeki tanımı ne? Karşınızdaki kişi de olmazsa olmaz dediğiniz özellikler neler ve neden sizin için önemli bunlar? "Ehli irfan arasında aradım kıldım talep, her hüner makbul imiş illa edep illa edep."  demiş eskiler.Cevabı da vermiş oldu sanırım.:)

Hayata bakışınızı paylaşır mısınız? Sürekli bir şeyler için hayatı suçluyor musunuz yoksa hayatta olması gerekenler bunlar ve olması gerekenler yaşanıyor mu diyorsunuz?Elbette ki bazen hayatın çok adaletsiz ve acımasız olduğunu düşünüyor ve suçluyorum. Ama sonra durup düşünüyorum benim bildiğim ve şer gibi görünen nice şeylerin altında çok kez hayır çıkmıştır. Ya bunlar da aynı şekilde bana farklı görünüyorsa, bilmediğim başka şeyler varsa? İnsan aklı geleceği göremeyebilir. Yargılarken aceleci olmamak lazım.

Savaşların asıl nedeni ne sizce? İnsanoğlu kendinde neyi yok etti ki zulüm denen illet yakasını bırakmıyor dünyanın? Ne zamanki insanoğlu empati ve diğergamlık özelliğini kaybetti, o vakit sadece kendini düşünmeye başladığı için dünya daha az yaşanılası bir yer haline geldi. Birine iyilik yaptığınızda onun gözlerindeki ışıltıyı görmek kadar insanı rahatlatan bir şey daha var mıdır acaba?

Sizi en çok huzursuz eden eksikliğiniz ne ? Şunu da düzeltseydim daha huzurlu olurdum dediğiniz, gerçeğiniz, boşvermişliğiniz, gamsızlığınız?Kendimi bazen kontrol edemiyor olmam ve çabuk inanmam insanlara. Safdillik de denilebilir tabi:)

Kalbinizin sesi mi mantığınızın sesi mi? Neden ?Yerine göre değişir, kimi zaman kalbin kimin zaman aklın sesi dinlenmeli. Birininki detone olursa diğerininkine kulak vermek en güzeli:)

Biri size bir kötülük yaptı ve biliyorsunuz ki yapılan şey bilinçliydi, tepkiniz nasıl olurdu? Susar mısınız yoksa aynı anda yüzüne vurur musunuz yapılanları? Kişilere davranışlarınızı neye göre belirliyorsunuz ?O kişi benim için önemli biriyse o takdirde bundan hoşlanmadığımı belirtir ve neden böyle bişeyi yaptığını anlamaya çalışırım. Ama  önemli olmayan biriyse zaten sormaya bile gerek yoktur o kişi benim için gereksizdir her şey ondan beklenir:)

Sizce, sabretmek nedir ve üzerinizde otorite kurmaya çalışan, sizin hakkınızı yiyen insanlara sabretmeli miyiz yoksa karşılık vermeli miyiz? Tepkimiz nasıl olmalı? "Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum; Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boynum" diyor M. Akif.(Lise edebiyat dersleri gibi oldu yahu:)) Bu beyti çok severim fakat her zaman bu kadar net olamıyorum işin gerçeği. Keşke olabilsem. Ama zayıf tarafım benim bu. Sabır edeyim derken bazen işin gözünü çıkarabiliyorum işte:(


Bir konuşmada geçti,ben böyle bir cümle kurdum:"Karşımdaki insan benim için değerli değilse söylediği cümlelerde değerli değildir, isterse hakkımda zanlarla kötü konuşsun hiç farketmez." Bunu söylememin nedeni de şu; biliyorum ki bu dünyada en zor şeylerden biri sizi anlamaya kapalı insanlara kendinizi ifade etmeye çalışmak ve birilerini memnun etmeye çalışmak..Peki siz nasıl düşünüyorsunuz bu konuda? Bazen insanları sevmesem de onları haklı eleştirilerine kulak veririm elbette. Hatta bir düşman sizi daha iyi yargılayabilir çoğu zaman dostunuzdan. 


Hangi söz sizi rahatsız eder ve neden? Ortalama ve sivri olmayan bir insan tipi olduğum için gelemem öyle emirlere. Ben zaten olması gerekeni yapıyorum normal olan bu. Kalkıp da bunu bana dayatmanın bir anlamı yok. Sesimi çıkarmam genelde susar ve kabullenir gibi görünürüm ama ben pasif direnişçiyim sanırım:))


Başkasında kınayıp da sonra sizinde yaptığınız bir şey var mı?Dedikodu sanırım, ya da yalan söylemek de var:(( Evet zor zamanlarımda söyledim.


Not:Serhat en kısa zamanda diğerini de yanıtlayacağım:)




 
 
    

teşekkürler Türkiye...

   -Yıllar yıllar öncesinde B. şehrine yeni taşındığımızda, sırf biz sonradan gelen olduğumuz için kapımızın önüne kül kovasını boşaltan komşu teyzeye karşı, hiç de aşağı kalmayarak aynı şekilde onun da kapısına kül kovasını boşaltarak karşılık ve güzel bir ders veren anneme...

   -Geçen sabah, sürekli sabah karga bokunu yemeden odama damlayarak beni uyandıran anonim kişiye karşı yazdığım ve kapıya yapıştırdığım notu gördüğünde söküp alan oda arkadaşıma karşı neden aldığını sorunca, gereksiz bir hareket olduğunu söylediğinde, ne zamandan beri bi hareketin gerekli mi gereksiz mi olduğuna evde kendisinin karar  verdiğini sinirli bir biçimde söyleyerek bir nefeste tıkayan kendime...

   -Dün akşam banyodan su damladığını söylemeye gelen bizim evi cemaat evi zannederek ve alaylı bir biçimde  "Abi mi diyorsunuz, hocam mı diyorsunuz kimse, söyleyin de hallettirin bu su meselesini!" diyen alt komşumuza karşı çemkirmeyen ve alttan alan ev arkadaşlarıma...

   -Ve ben olsaydım orda "Bana bak bayım bayım, baymayın bizi! Eve karı kız getirmiyor, içki içmiyor kumar oynamıyoruz, gürültü yapmaktan ve etrafı rahatsız etmekten kaçınıyoruz diye bizi başka kimselerle karıştırmayın. Açtırmayın kutuyu, söyletmeyin kötüyü." çemkiriklerini tükmüklü bir biçimde söylemeyi hayal eden, içinde kalmış bu lafları dünden beri düşünen aklıma...

   TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİRİM EFENİM...

kel,gözlüklü, göbekli


   Fakülteyi bitirmeme beş kala(Allam yalebbim duam kabul olmuştur inşallah amin:) etrafıma baktığımda arkadaşlarımın yarısının kel, kalan yarısının gözlüklü ve bunların da yarısının üç fazlasının bir eksiğinin hem kel hem fod... pardon hem gözlüklü olduğunu gördüm. (Buna göre Ayşe'nin erkek arkadaşı ona ne teklif etmiştir?:))Şaka bir tarafa bu vahim tablo kendini daha üniversite yıllarının sonunda gösterdi. İleriki meslek yaşantılarında bir de göbek eklenecek eminim.

   Ama ben bu kimselerin hepsine inat gayet saçlı, gayet göbeksiz hatta zayıf ve büyük ihtimal gözlüksüz olacağım, inşallah tabi.Ve beni saçlı, gözlüksüz ve çıtır o halimle adliye koridorlarında gördüklerinde orta yerlerinden çatım çatım çatlayacaklar:) 

   Sınavlarım pek içaçıcı geçmedi yaa.Hocaların insafına kaldım biraz:(  Büte kalıp çalışmak istemiyorum tekrar. Babamsa canı gönülden benim dersi geçeceğime inanıyor. Artık nerden böyle bir haber aldı bilemiyorum ama umarım inancı gerçek olur. Kim bilir belki uslu bir çocuk olursam olur. İnanırsak olur bence. Herkes benim geçeceğime inansın bakayım:))   

Not.Bu kısım sırf çemkirmek amaçlı alttan kaydırgaçlı sonradan eklemeli bir kısımdır. Farketmedi sanmayın. Özel hayatıma dair bi kaç şey yazdım yorum sayım tavan yaptı. Ondan öncesinde yerlerde sürünüyordu, bir bilemedin iki. Ne meraklı insanlarmışız böyle özel hayat kısımlarına milletin:) Şimdi dağılın:)

offff dıhandım

  Odama son bir kaç gündür dadanan sevilmeyen ot, neden illaki burnumun dibinde bitmek zorundasın. Hani önceden senden hoşlanmasam da en azından kendi habitatında yaşıyor ve odama gelmeyerek bana herhangi bir zarar vermiyordun. S.ktir olup gitmeme ramak kala benim sabrımı mı sınıyorsun? Anlamıyor musun o bit kadar beyninle senin yüzüne dahi bakmamamdan senden hoşlanmadığımı? İlla anlaman için itin g.tüne mi sokmam lazım seni? İlla ağız dalaşına mı girmem lazım giderayak? İlla seni söküp atmam mı lazım?

  Of of! Sence bu hiç sevmediğim adamı kalan son günlerimi huzurlu geçirmek için odamdan  kovmalı mıyım yoksa susmalı ve kendi içimde mi yaşamalıyım tüm fırtınaları sevgili okur?Şu blogun dili olsa da konuşsa. Ya da o ot kafalı bu blogu okusa da kendiliğinden anlasa.
 İkinci mesele de bu sevgili okur. Şemsiyenin beni çağırdığını bileeee bile çalışmıyorum, çalışamıyorum. Sınav pazartesi günü, stresten nerdeyse ölüyorum ama bi türlü masa başına geçip ders çalışamıyorum. Ne mi yapıyorum? Aslına bakarsan hiç bişey. Sadece "Sınav var, sınav var napıcam bu sene bitirmem lazım." deyip salak salak dolanıyorum ortalıkta.

  Amfideki tikican çocuk!Biliyorum çok yakışıklısın. çok seksisin, Çağla Şikel'de tostunu yesin ama yaz kış aynı tişörtü giymek zorunda mısın? Hatta kışın tişört giymek zorunda mısın? Benim bi taraflarım donuyorken sen onunla şekilli vücudunu göstererek ne yapmaya çalışıyorsun, neyin peşindesin? Tamam yakışıyor olabilir o sarı tişört üzerine, bütün kızlar da sana bakıyor olabilir. Derse beraber girmek zorunluluğumuz da olabilir ama neden sınava da aynı sınıfta girmek zorundayız? Bu da mı bir sınav? Bi s.ktirip başka sınıfta girsen?

   Ey okul yönetimi bu herifle beni aynı sınıfta sınava sokmayın. Yetmiş milyonun önünde bana küfrettirmeyin.Gerekirse numaramı değiştireyim gider vaziyet. Bilmem kaç milyonuncu girmiş olayım okula hiç önemi yok.Yeter ki benden uzak cehenneme direk olsun şu tikican çocuk.

Not: Serhat neden beni sürekli mimliyorsun? Ben mim yanıtlamaktan yoruldum sen beni mimlemekten yorulmadın abicim. Sen neyin peşindesin? Şaka şaka şu pazartesi günkü sınavı atlatayım hemen yanıtlayacağım mimini. Alınma sakın ha! Oyhhh çok dolmuşum ama bu beni rahatlatmadı ya. Gidip bi soda içeyim bari, şişkinliğimi alır belki:(

wibiya widget