bir kuple hayat

   -Geçen nenemle konuştuk. Bir gün öncesinde annemler zaten haber vermişler derslerimi geçtiğimi. Çok mutlu olmuş tabii. Hatta öyle ki o akşam sevincinden ağlamış. Bana aradığım zaman söyledi. O an böyle yanaklarını sıkmak geçti içimden.Ne tatlı bir insandır o yaaa:) Nazar değmesinden filan mı korkuyor artık bilmiyorum ama henüz köyde kimseye söylemiyormuş ki çıkışımı alana kadar bekliyormuş, emin olmak için.
   
  - Babamın ağzı kulaklarında.bütün işyeri komşularının haberi olmuş. Bir arkadaşım soruyordu horoz kesmiş mi diye. Ben de yok kesmemiştir. Ben gittikten sonra horoz kesilir  ama bütün komşularına çay ısmarlamıştır dedim. Akşama sorduğumda da aynen zannettiğim gibi olduğunu söyledi. Garip bir biçimde ilginç geliyor bu durum bana:)

  -Benim Rus arkadaşın geçenlerde Danimarka'dan bir  arkadaşı gelmişti. Rus arkadaş çalıştığı için onunla ilgilenmemi rica etti. Ben de olur dedim. Farklı kültürlerden farklı insanlar tanımak hoşuma gitmeye başladı.İngilizcemi de WTF düzeyinden epey ileriye taşımış vaziyetteyim:) En azından tam olarak konuşamasam da anlayabiliyorum. 

    Neyse bahsedecğim olay şu ki Rus arkadaşın evinde yangın çıktı ve her şey kül oldu. Tabii çocuğun kalacak yeri yok, gelen misafirinin de...  Ev arkadaşlarımın gittiğini de göz önüne alarak bizde kalabileceklerini söyledim. Bi kaç gün bizde kaldık. Aramızda epey bi samimiyet de doğmuş oldu böylece Danimarkalı ile filan. O epey meraklıydı zaten Türkler ne yer ne içer nasıl yaşar... Tam anlamıyla görmüş oldu. Onunla birlikte ilk defa hamama gitmiş oldum ben de. Fena bi yer değilmiş. Yanımda yabancı ile turistik olmayan(çünkü o turistlerin gitmediği bir hamama gitmek istedi.) bir hamama gitmek ordaki insanların epey bi ilgisini çekti genelde biz Türklerde olduğu gibi.(Kabul seksi bir vücudu vardı, utandım bak:P) Normalde yüzüme bakmayacak insanlar benle sohbet ediyorlar onla ilgili sorular soruyorlardı, ilginçti:)) Ayrılırken sıkıca sarıldık, neden böyle alışmak ve sonra ayrılmak zor oluyor:(

  Rus arkadaş yeni evine taşındı ama benim son günlerim olmamdan dolayı bize gelmişti dün akşam. Sonra sohbet filan koyulaşınca geç oldu diye bırakmadım ben. Bilmem neden, böyle yatağa uzandığında samimi olduğun biriyle konuşmak çok hoşuma gider. Çünkü her şey gayet içten söylenir o anlarda. Dünyada bi çok ülke gezmiş, bir sürü insanla tanışmış ama en yakın benle hissettiğini ve bana açıkça, yargılanma korkusu olmadan herşeyini söyleyebildiğini söyledi. Ben gidince ne yapacağını burda falan filan, daha bir çok şey konuştuk. Enteresan bir biçimde birinden bu tür bişeyler duymak hoşuma gitti. Sanırım egom tatmin oldu, kabul. Ama umursanmak, yakın hissedilmek, değer bulmak hoş duygular.   

ıradyo

   Bundan çok yıllar evvel daha kısa donlarla, yamuklu gazoz kapakları ile oynarken ve henüz Nuri abinin bize rastgelme ihtimalini dahi düşünmediğimiz yıllar (ki kendisi o sıralar epey piyasa idi, neyimize güveniyorsak artık.Epey cesurmuşuz anlaşılan:))... Annem, ablamla bizi tüp bittiğinde tüp değiştirmeye gönderirdi çarşıya. (O tüp de ne ağırdır; onu böyle ağır yapanın gelmişini geçmişini..., tövbe estağfirullah.) Biz ablamla boş tüpü götürür dolu olan daha ağır tüpü de geri getirirdik eve.

   Her ne kadar tüp için gitmiş olsak da biz sadece tüp için gitmeyiz tabii; kısa günün kârıdır. Bi kaç kat üstteki radyoya -sanırım ismi best efemdi her zamanki gibi - muhakkak çıkar ve gider istek parçada bulunurduk. Ama o zamanlar öle email atayım, yok efenime söyleyeyim telefonla bilmem kaç bilmem kaça msj göndereyim Zeki Müren'den Sorma ne haldeyim sevgi pıtırcığıma gitsin,  devri değil henüz.  (Niye Zeki Müren'se? Herhalde zaman eski ya ondan evet:)) Adını soyadını yazdırır, kısaca önce güzel çocuk veya çiçek olur sonrasında  hangi parçayı istediğini ve kimlere armağan ettiğini tek tek yazdırırsın. Ordaki kız hızlı hızlı bunları yazar. Hatta kız bazen atlayınca kızar, "Bu da olacaktı ya yazmadı bak bak" dersin, sesini çıkarmazsın.

   Neyze uzun sözün kısası, tüp değiştirme bir nevi eğlenceye dönüşmüş olur. Çünkü akşam eve gelindiğinde radyo açılır ve saatlerce dinlenir tek tek bütün şarkılar. Tam artık sıkılmaya başlandığı anda DJ ismi söyleyiverir ve dağılan dikkatler bir anda toparlanır. Herkes radyo başına gelir kulak kesilir. Sanki daha dikkatli bakarsan şarkıcıyı göreceksin. Bir kaç dakika süren şarkıdan sonra zafer kazanmış bir savaşçı edasıyla herkes radyo başından ayrılır ve işine gücüne dağılır. 

  Böyle basit ve eğlenceli zamanlardı o zamanlar işte. Şimdiki gençler varsa yoksa msn, facebook, zırt pırt mesajlar filan...Olmaz azizim. 
   Eskiden buralar dutluktu mesela:)

o lallaaaaa....

    Baylar bayanlar, bayılıp da ayılacaklar, ayılana limon bayılana gazoz alacaklar, gazozların kapağını açacaklar!Duyduk duymadık demeyin!

    Bugün ve an itibariyle mezun bir insanım artık ben. İş dünyasının kazıkları için hazırlamam gerek kendimi, hani kremler falan filan:))

   Memleket kokusu gelir artık burnuma. En azından sınava kadar ordayım. 

   Babama gelen vahiy sanırım bu sefer gerçek çıktı, adres doğruymuş:)) Aradım haber verdim hepsine. Nasıl sevindiler anlatamam. Annem ve komşuları hep beraber çığlık attılar resmen. Babam "Üniversiteyi kazanmandan daha çok sevindik." dedi ki haklıydı sanırım. Çünkü üniversiteyi kazanmak bu kadar zor olmamıştı:)

   Arkadaşların hemen hemen hiç birisine haber vermemiş olmama rağmen yıldırım hızıyla mezun olduğum yayılmış ve herkes: "Hadi gözün aydın, bize de dua et sen temiz kalpli adamsın kabul olur duan". diyorlar. Tabi tabi(!) diyorum ben de:))

   Ev arkadaşlarım önce üzerime atlayıp bir güzel ezdiler. Sonra sırtıma vurdular göçürünceye kadar. Ama sanırım hissetmedim:) yarına acıyacak galiba:))

  Neyse işlerim çok burda. Bu genç kaçar artık. Evi okulu eşyaları filan tahliye edip arkadaşlarla bi kaç gece kopup  sonra da usulca (veya gayet de gürültülü) terketmeliyim bu şehri:)) 

yatsıdan sonra gelen mim

Dindarsınız ya da değilsiniz, inancınız var ya yok , dinlerini yaşadığını söyleyen insanlarda en çok sizi iten şeyler ne ve neden? Diğer dinlere ya da inançlara karşı oldukça hoşgörüsüz olma. Hoşgörülü olmanın bir nebze o dine geçmek veya kendi inancından soğumak olarak algınıyor olması.


Sizi siz yapan özelliklerinizden en belirgin olanı ne?Çok yumuşak ve güleryüzlü olduğumu söylerler. Bundan dolayı da çoğu zaman kimseye hayır diyemem. Bir de çok insandan duydum: insanlara göstermediğim bir yanım varmış hep. Gizli kapaklı bir tipmişim:)

Etrafınızdaki kişilere saygılı mısınız? Neyiniz insanlardan farklı ve ne konuda daha çok saygı bekliyorsunuz?Karşımdaki insan saygıda kusur edilmeyecek bir insansa elbetteki etmem. Ama saygı görmeyi hak etmeyen biriyse o takdirde saygısızlık etmesem de öyle bir ortamdan derhal uzaklaşırım.Ben sıradan bi insanım ve diğerlerinden pek de farkım yok. Fark görmek meselesi bir yanıyla kibre bakar.Zayıflığıma daha fazla saygı göstererek omuzlarıma daha az yük koyabilirler mesela:))

"İnsanın" sizdeki tanımı ne? Karşınızdaki kişi de olmazsa olmaz dediğiniz özellikler neler ve neden sizin için önemli bunlar? "Ehli irfan arasında aradım kıldım talep, her hüner makbul imiş illa edep illa edep."  demiş eskiler.Cevabı da vermiş oldu sanırım.:)

Hayata bakışınızı paylaşır mısınız? Sürekli bir şeyler için hayatı suçluyor musunuz yoksa hayatta olması gerekenler bunlar ve olması gerekenler yaşanıyor mu diyorsunuz?Elbette ki bazen hayatın çok adaletsiz ve acımasız olduğunu düşünüyor ve suçluyorum. Ama sonra durup düşünüyorum benim bildiğim ve şer gibi görünen nice şeylerin altında çok kez hayır çıkmıştır. Ya bunlar da aynı şekilde bana farklı görünüyorsa, bilmediğim başka şeyler varsa? İnsan aklı geleceği göremeyebilir. Yargılarken aceleci olmamak lazım.

Savaşların asıl nedeni ne sizce? İnsanoğlu kendinde neyi yok etti ki zulüm denen illet yakasını bırakmıyor dünyanın? Ne zamanki insanoğlu empati ve diğergamlık özelliğini kaybetti, o vakit sadece kendini düşünmeye başladığı için dünya daha az yaşanılası bir yer haline geldi. Birine iyilik yaptığınızda onun gözlerindeki ışıltıyı görmek kadar insanı rahatlatan bir şey daha var mıdır acaba?

Sizi en çok huzursuz eden eksikliğiniz ne ? Şunu da düzeltseydim daha huzurlu olurdum dediğiniz, gerçeğiniz, boşvermişliğiniz, gamsızlığınız?Kendimi bazen kontrol edemiyor olmam ve çabuk inanmam insanlara. Safdillik de denilebilir tabi:)

Kalbinizin sesi mi mantığınızın sesi mi? Neden ?Yerine göre değişir, kimi zaman kalbin kimin zaman aklın sesi dinlenmeli. Birininki detone olursa diğerininkine kulak vermek en güzeli:)

Biri size bir kötülük yaptı ve biliyorsunuz ki yapılan şey bilinçliydi, tepkiniz nasıl olurdu? Susar mısınız yoksa aynı anda yüzüne vurur musunuz yapılanları? Kişilere davranışlarınızı neye göre belirliyorsunuz ?O kişi benim için önemli biriyse o takdirde bundan hoşlanmadığımı belirtir ve neden böyle bişeyi yaptığını anlamaya çalışırım. Ama  önemli olmayan biriyse zaten sormaya bile gerek yoktur o kişi benim için gereksizdir her şey ondan beklenir:)

Sizce, sabretmek nedir ve üzerinizde otorite kurmaya çalışan, sizin hakkınızı yiyen insanlara sabretmeli miyiz yoksa karşılık vermeli miyiz? Tepkimiz nasıl olmalı? "Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum; Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boynum" diyor M. Akif.(Lise edebiyat dersleri gibi oldu yahu:)) Bu beyti çok severim fakat her zaman bu kadar net olamıyorum işin gerçeği. Keşke olabilsem. Ama zayıf tarafım benim bu. Sabır edeyim derken bazen işin gözünü çıkarabiliyorum işte:(


Bir konuşmada geçti,ben böyle bir cümle kurdum:"Karşımdaki insan benim için değerli değilse söylediği cümlelerde değerli değildir, isterse hakkımda zanlarla kötü konuşsun hiç farketmez." Bunu söylememin nedeni de şu; biliyorum ki bu dünyada en zor şeylerden biri sizi anlamaya kapalı insanlara kendinizi ifade etmeye çalışmak ve birilerini memnun etmeye çalışmak..Peki siz nasıl düşünüyorsunuz bu konuda? Bazen insanları sevmesem de onları haklı eleştirilerine kulak veririm elbette. Hatta bir düşman sizi daha iyi yargılayabilir çoğu zaman dostunuzdan. 


Hangi söz sizi rahatsız eder ve neden? Ortalama ve sivri olmayan bir insan tipi olduğum için gelemem öyle emirlere. Ben zaten olması gerekeni yapıyorum normal olan bu. Kalkıp da bunu bana dayatmanın bir anlamı yok. Sesimi çıkarmam genelde susar ve kabullenir gibi görünürüm ama ben pasif direnişçiyim sanırım:))


Başkasında kınayıp da sonra sizinde yaptığınız bir şey var mı?Dedikodu sanırım, ya da yalan söylemek de var:(( Evet zor zamanlarımda söyledim.


Not:Serhat en kısa zamanda diğerini de yanıtlayacağım:)




 
 
    

teşekkürler Türkiye...

   -Yıllar yıllar öncesinde B. şehrine yeni taşındığımızda, sırf biz sonradan gelen olduğumuz için kapımızın önüne kül kovasını boşaltan komşu teyzeye karşı, hiç de aşağı kalmayarak aynı şekilde onun da kapısına kül kovasını boşaltarak karşılık ve güzel bir ders veren anneme...

   -Geçen sabah, sürekli sabah karga bokunu yemeden odama damlayarak beni uyandıran anonim kişiye karşı yazdığım ve kapıya yapıştırdığım notu gördüğünde söküp alan oda arkadaşıma karşı neden aldığını sorunca, gereksiz bir hareket olduğunu söylediğinde, ne zamandan beri bi hareketin gerekli mi gereksiz mi olduğuna evde kendisinin karar  verdiğini sinirli bir biçimde söyleyerek bir nefeste tıkayan kendime...

   -Dün akşam banyodan su damladığını söylemeye gelen bizim evi cemaat evi zannederek ve alaylı bir biçimde  "Abi mi diyorsunuz, hocam mı diyorsunuz kimse, söyleyin de hallettirin bu su meselesini!" diyen alt komşumuza karşı çemkirmeyen ve alttan alan ev arkadaşlarıma...

   -Ve ben olsaydım orda "Bana bak bayım bayım, baymayın bizi! Eve karı kız getirmiyor, içki içmiyor kumar oynamıyoruz, gürültü yapmaktan ve etrafı rahatsız etmekten kaçınıyoruz diye bizi başka kimselerle karıştırmayın. Açtırmayın kutuyu, söyletmeyin kötüyü." çemkiriklerini tükmüklü bir biçimde söylemeyi hayal eden, içinde kalmış bu lafları dünden beri düşünen aklıma...

   TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİRİM EFENİM...

kel,gözlüklü, göbekli


   Fakülteyi bitirmeme beş kala(Allam yalebbim duam kabul olmuştur inşallah amin:) etrafıma baktığımda arkadaşlarımın yarısının kel, kalan yarısının gözlüklü ve bunların da yarısının üç fazlasının bir eksiğinin hem kel hem fod... pardon hem gözlüklü olduğunu gördüm. (Buna göre Ayşe'nin erkek arkadaşı ona ne teklif etmiştir?:))Şaka bir tarafa bu vahim tablo kendini daha üniversite yıllarının sonunda gösterdi. İleriki meslek yaşantılarında bir de göbek eklenecek eminim.

   Ama ben bu kimselerin hepsine inat gayet saçlı, gayet göbeksiz hatta zayıf ve büyük ihtimal gözlüksüz olacağım, inşallah tabi.Ve beni saçlı, gözlüksüz ve çıtır o halimle adliye koridorlarında gördüklerinde orta yerlerinden çatım çatım çatlayacaklar:) 

   Sınavlarım pek içaçıcı geçmedi yaa.Hocaların insafına kaldım biraz:(  Büte kalıp çalışmak istemiyorum tekrar. Babamsa canı gönülden benim dersi geçeceğime inanıyor. Artık nerden böyle bir haber aldı bilemiyorum ama umarım inancı gerçek olur. Kim bilir belki uslu bir çocuk olursam olur. İnanırsak olur bence. Herkes benim geçeceğime inansın bakayım:))   

Not.Bu kısım sırf çemkirmek amaçlı alttan kaydırgaçlı sonradan eklemeli bir kısımdır. Farketmedi sanmayın. Özel hayatıma dair bi kaç şey yazdım yorum sayım tavan yaptı. Ondan öncesinde yerlerde sürünüyordu, bir bilemedin iki. Ne meraklı insanlarmışız böyle özel hayat kısımlarına milletin:) Şimdi dağılın:)

offff dıhandım

  Odama son bir kaç gündür dadanan sevilmeyen ot, neden illaki burnumun dibinde bitmek zorundasın. Hani önceden senden hoşlanmasam da en azından kendi habitatında yaşıyor ve odama gelmeyerek bana herhangi bir zarar vermiyordun. S.ktir olup gitmeme ramak kala benim sabrımı mı sınıyorsun? Anlamıyor musun o bit kadar beyninle senin yüzüne dahi bakmamamdan senden hoşlanmadığımı? İlla anlaman için itin g.tüne mi sokmam lazım seni? İlla ağız dalaşına mı girmem lazım giderayak? İlla seni söküp atmam mı lazım?

  Of of! Sence bu hiç sevmediğim adamı kalan son günlerimi huzurlu geçirmek için odamdan  kovmalı mıyım yoksa susmalı ve kendi içimde mi yaşamalıyım tüm fırtınaları sevgili okur?Şu blogun dili olsa da konuşsa. Ya da o ot kafalı bu blogu okusa da kendiliğinden anlasa.
 İkinci mesele de bu sevgili okur. Şemsiyenin beni çağırdığını bileeee bile çalışmıyorum, çalışamıyorum. Sınav pazartesi günü, stresten nerdeyse ölüyorum ama bi türlü masa başına geçip ders çalışamıyorum. Ne mi yapıyorum? Aslına bakarsan hiç bişey. Sadece "Sınav var, sınav var napıcam bu sene bitirmem lazım." deyip salak salak dolanıyorum ortalıkta.

  Amfideki tikican çocuk!Biliyorum çok yakışıklısın. çok seksisin, Çağla Şikel'de tostunu yesin ama yaz kış aynı tişörtü giymek zorunda mısın? Hatta kışın tişört giymek zorunda mısın? Benim bi taraflarım donuyorken sen onunla şekilli vücudunu göstererek ne yapmaya çalışıyorsun, neyin peşindesin? Tamam yakışıyor olabilir o sarı tişört üzerine, bütün kızlar da sana bakıyor olabilir. Derse beraber girmek zorunluluğumuz da olabilir ama neden sınava da aynı sınıfta girmek zorundayız? Bu da mı bir sınav? Bi s.ktirip başka sınıfta girsen?

   Ey okul yönetimi bu herifle beni aynı sınıfta sınava sokmayın. Yetmiş milyonun önünde bana küfrettirmeyin.Gerekirse numaramı değiştireyim gider vaziyet. Bilmem kaç milyonuncu girmiş olayım okula hiç önemi yok.Yeter ki benden uzak cehenneme direk olsun şu tikican çocuk.

Not: Serhat neden beni sürekli mimliyorsun? Ben mim yanıtlamaktan yoruldum sen beni mimlemekten yorulmadın abicim. Sen neyin peşindesin? Şaka şaka şu pazartesi günkü sınavı atlatayım hemen yanıtlayacağım mimini. Alınma sakın ha! Oyhhh çok dolmuşum ama bu beni rahatlatmadı ya. Gidip bi soda içeyim bari, şişkinliğimi alır belki:(

yazdan kalma bir günden

   Sabun kokulu çarşafların arasından derinden kulağıma gelen şırıl şırıl su sesi...Bilmem kaçıncı rüyanın miladına doğru koşarken, yorgun ve halsiz bacaklarım... Bahçemizdeki güneşi engellemesi için çardak üzerine kurulu asmanın yapraklarından bir görünüp bir kaybolan güneşin yüzümdeki sıcaklığını hissediyorum. Sanki benimle oyun oynuyor. 

    Annemin arasıra gelip giden komşu kadınlarıyla olan sohbetleri kulağımda. Beni uyandırmamak için komşu kadınları gizliden uyarıyor. " Gel Ayşe abla! Oğlan uyuyor da ben de gürültü yapmayayım işlenirken diye bahçedeki çiçekleri sulamaya çıktım." diyor.Ne kadındır o!  Babam hep içten bi kıskançlık beslemiştir annemle olan ilişkimize.Dillendirmekten de kaçınmaz çoğu zaman şakayla karışık: "Sizin sülalenize oğlan olmak varmış. Ne kıymetliymiş yahu!" der, iç çeker. 

    Sonra ben uyanırım. Yazları bahçede otururuz genelde, mandalin ağacının ve asmanın sarmaşık olmuş gölgesinde. Kahvaltıları da orda yaparız.Mahmur bir sesle günaydınlaştıktan sonra gidip elimi yüzümü yıkarım. Tekrar geldiğimde annemin o muhteşem gülüşüyle karşılaşırım tekrar. Tanrım, bu kadın cennet hurisi olmalı. Başka türlüsü mümkün değil yoksa. Sonra o mutfağa gider. Mutfağın penceresi bahçeye açıldığı ve kapıdan dolaşmak zor olduğu için ben pencereden sıcak, buharı tüten çayı ve diğer kahvaltılık şeyleri alır masaya koyarım. Yer yer yüzümüze vuran sıcak yaz güneşinin altında sabah kahvaltısının hazzı hiç bir şeyde bulunmaz. 

   Aklımda yaza dair böyle bir algı var. Ne zaman bir yaz hayali düşlesem hemen bu gelir aklıma. Bilmiyorum, o sevginin kalıntısı mıdır. Ama bu görüntülerle uyanmanın başka hiç birşeyde keyfi yok. Umarım her gün sizin de böyle mutlu hissedebileceğiniz anlarınız oluyordur.Sevgiyle...:) 

mutluyum, mutlusun, mutlu...

  Esiyor yine başımda kavak yelleri. Sebep mi? Tabi ki yeni biri. Normalde yazmıyordum bu tür şeyleri.Hem ayrıca sürekli olarak blog takibi yapmasa da blogumu biliyor, yazıp yazmama konusunda bile emin değilim.(Kişiye özel not: Ey Ruh! Eğer bu yazıyı okumaya başladıysan derhal terk et:)) Özgür basın istiyorum ben  yaa:) Ama anlatmasam da çatlayacağım.

   Öncelikli olarak daha önce karşılaştıklarım veyaşadığım darbeler neticesinde bazı kararlar almıştım kendi kendime. Hızlı girmeyeceğim bundan sonra bi ilişkiye demiştim ama neymiş evdeki hesap hiç bir zaman çarşıya uymuyormuş. Gerçi kısmen de olsa bunu yerine getirmiş oldum. Bazı şeyler için pek hızlı değiliz. Sanırım sabretmeyi biliyoruz (ya da uygun ortam mı bulamıyoruz? Hiç de bile senin için fesat:))

   Epey bi güven problemi çektim başlangıçta. Hala da tam olarak silinmiş sayılmaz ama en azından ondan aldığım neticeler ve karşılık bunların epey bi hafiflemesine neden oluyor. Bi kere çok sevimli karşı koyamıyorum ona. Kendimi her ne kadar çok  kaptırmamaya çalışsam da durduramıyorum.(o değil de eğer terkedilirsem bu sefer tam depresyona gireceğim hah! Bakın o zaman siz bendeki feryad-u figana:)) 

  Galata'da süper bir mekan biliyordum daha önce hiç gitmediğim. Kanadalı bi kadına ait. Ev-cafe tarzı, süper tatlı bi kadın işletiyor.Çayın yanında getirdiği çikolatalı kurabiyesi enfes. Sessiz sakin ve fiyatları da uygun olunca resmen buluşma mekanımız oldu. İstiklal'e çıkıyoruz oradan, giriyor koluma. Sımsıkı yürüyoruz bir aşağı bir yukarı.Huzurlu hissettiriyor bana kendimi. 
   
   Ama her zaman salak kafamın içindeki bişeyler hiç durmuyor, bu durumu engellemek için elinden gelen tüm gayreti gösteriyor o.(Bi mutlu ol bi anın tadına var değil mi? Yok.İlla bi yerden fırlayacak ya! )Endişelerimi biliyor anlattım bir bir. Ama fazla dillendirmek istemiyorum ona karşı. Biliyorum sıkılıyor bu durumdan, hoşlanmıyor. Endişelerimi dindirecek epey bişeyler söyledi ama sanırım bu bendeki paranoya derecesine varmış psikopat ruh hali adım adım güvenecek, her zaman yaptığı gibi.   

  Bilmiyorum aslında İstanbul'dan gitmeme çeyrek kala böyle birşey mantıklı mıydı? Beni üç, belki dört ay bekler mi? Bilmiyorum. Ama tek bildiğim artık anın tadını çıkarmak istediğim. Ve tüm bu düşüncelerimi susturmak istediğim. 
   Bi aşk böcüğü olmak istiyorum yaaa...Evet itiraf ediyorum çok kıskanıyorum saatlerce  telefonla konuşanları ve sürekli mesajlaşanları. Salakça sokakta sırıtmayı.Sırf o yaptı diye gereksiz bi espiriye bile gülmeyi(ki öyle salakça espiriler yapmıyor:).Umuyorum ki ciddidir.Ciddi değilse beni bi daha buralarda aramayın blog milletinin insanları. Vuracağım kendimi dağa taşa çöle. Hayvanlarla takılacağım o vakit. Diyeceğim ki:

"Aşık Saba akıl ermez bu işe,
İnsanlar gördüm dert içre,
İçtin de aşk şarabın gördün sen de, 
İmdi anım anım anırmaz mısın?"

Şiirim bile hazır bak:))Neyse uzun lafın kısası okumuşsa artık çok geç. Yüzüme vurulacaktır muhtemelen. Saygılar...:)

serhatın mimi

Serhat beni haftalar öncesinden nerdeyse mimlemiş.Sınavım dolasyısıyla biraz yoğundum(yalan:))Yanıtlayayım bari:

1.Kaç yaşındasın? Anamdan doğduğumdan beri yaşıyorum işte yav. Ama sanırım genç yaşlarımı yavaş yavaş arkada bıraktığımı hissedecek yaşa geldim:) Kısaca 24:)

2.İsminizin son harfi nedir? N. 

3.En sevdiğiniz renk?Koyu Mavi

4.Kilonuz kaç? Ben yiyip yiyip de kilo alamayan insanlardanım evet. Hatta daha da zayıflayan: 63

5.Boyunuz kaç? Allahım yalebbim ne yapacağınız görücüye mi geleceğiniz yaşım kilom boyum bu ne ya:) 1.80

6.Ailenizin kaçıncı çocuğusunuz? 2 ve son:) Ama pabucum erken yaşta dayı olduğum için çoktaaaan dama atılmış vaziyette:)

7.En sevdiğiniz şarkı?Ölüyorum bitiyorum dediğim şarkı yok. O anki ruh halime göre her şeyi dinleyebilirim ama genel itibariyle Sertab erenerin öyle çok şey var ki içimde olabilir:)

8.Sizce sarışın mı esmer mi? Sarışın- esmer adı bir:) Ama bazen sarışınlar da hoş olabiliyor:)

9.Sigara ve alkol kullanıyor musunuz?Efenim bu soruyla birlikte eminim artık görücüye gelecekler kesin. Hayır.

10.Çayı fincanda mı bardakta mı içmeyi seversiniz?İnce bellide daha çabuk bittiği için soğumuyor, bu bakımdan tercih ederim. Ama kupadan da içmek hoşuma gider bazen.

Herkes zaten pasladı sanırım birbirine ve cevapladı. Ben kimseye göndermiyorum o yüzden. Varsa cevaplamak isteyen çekinmesin buyursun:)
    Yanağımı koydum bembeyaz bir kağıt üzerine. 
Kirli bir yağ lekesi çıktı.
Acaba ruhumu da koysam çıkar mı göz göz, hücre hücre tüm sırları?
Şükür, 
Huzur ve dinlenme deminde gönül.

Not: Türkü bir Kerkük türküsü. Tenime dokundu,Canıma dokundu.

Aslı üzerine böğrü açılmadık kelimeler

   Efenim eskiler Aslı'na hu nesline hu demişler. Ne demek bu laf diyecek olursanız cevabım "Her gördüğün sakallıyı deden sanma!" olacaktır. Evet böyle de atasözünü atasözü ile tarif etmek gibi absürd alışkanlıklarım var.Aslı her gördüğün sakallılardan değil. Ona dede diyebilirsin sonucuna varmayasın sevgili okur. Olayın esası aslında Sevgili Berna 'nın alttan kaydırgaçlı üstten tüttürgeçli çok oturgaçlı götürgeç projesinde adlarımızın her birimize çıkmasıydı ve cadı Sila'nın elindeki Hugo'nun züpppperrr ötesi sevgilisiydi bahtıma çıkan. Neden oydu? Çünkü adeta bloguma hapsolmuş biriydi "O",  yani ASLI.İlk günden beri beni heyecanla takip ediyor, öğütler veriyor, sevindiğimde üzüldüğümde birlikte oluyordu.Biliyordum ne zaman canım yansa, en derinlerde bir yerlerinde anne sevecenliğiyle hissederdi o.Ve ne zaman elimi uzatsam parmak uçlarıma dokunuverecekti, farkındaydım bunların. Bu bağdı sanırım, onu hayalimde o kadar canlı yaşatmıştı ki kendisini hiç görmediğim halde gerçek yüzünü resimlerinde gördüğümde canlandırdığım gibi çıkışı.O kadar gerçekti ve o kadar gerçekler üstü.(Şekil 1-a: Üstteki resim:))


  İç hesaplaşmaları vardı. Ninja kaplumbağaların hocası Splinter Usta'nın dersliğinde kemale ermişti belli ki. Asla kendine karşı kibar davranmıyor, alabildiğine eleştirebiliyordu, insanları sevmesinin aksine. Kimi zaman çelişkilerini anlatıyordu her insanın çıkmazında. Benimde çıkmazlarımdı hepsi. Sadece peltek olduğum için dilim, pardon klavyem dönmüyordu ki yazabileyim. 
  
Saçlarını tarayan kız vardı içinde daima.Adı Heidi idi. Bense şu huysuz, hiçbir şeyden zevk almayan Clara kılıklı paçoz idim. Peter'ı da ikna ederek benim çayır çimen, dağ taş özlemimi gideriyorlardı hep birlikte. Kalkamıyordum sandalyemden ki bir türlü Polyanna, Heidi(Aslı) ve ben oyun oynayabilelim. Ben sürekli küstürüyordum Polyanna'yı. Aslı ise onun kaçıp gitmesine izin vermiyordu. "Görmüyor musun yazık beeee!" deyip eline bir kaç gazoz kapağı ve reçelli ekmek sıkıştırarak gönlünü şıp diye alıveriyordu. Saftı tabi kızceğiz, Aslı da hinin hini... Ama bilirdim ben benim için yapardı, yoksa neden savaşsındı Roket takımına karşı benimle.


  Onunla ilgili kendisine bile söylemediğim gizler taşıyordu. Seni seçiyorum Skörtıl demiş ve bugün, şimdi, şu an sormak istemiştim: Bu Sweet leaf'i nerden tanıdığını? Evet herhangi bir anlamı yoktu bunun. Ama meraktı işte benimkisi. Hayat tesadüfleri mi seviyordu yoksa Sweet leaf'in dedikoducu ve her giydiğine karışan teyzesi miydi bu Aslı?Bilemiyordum.Ama "Ohhh rahatladım sorumu sordum nihayet!" diyerek  Aslı'nın tarif-i gayrimümkün içtenliğine ne kadar saçma debdebeler ve feryad-u figanlar kattığımı  farkederek susuyorum. Suskunluğumun aslında hissettiklerimi gölgeleyen bir perde değil aksine bir teşhirci olduğunun farkındayım.Çünkü konuşan kelimeler değil duygulardır bu noktadan sonra. Sevgiyle kalasın Aslı.

Serhatın mimi

    Ah bu Serhat yok mu gene mimlemiş beni.Zor sorular sormuş benim gibi hafızası beş saniye olan birisine.Ben kimseyi mimlemeyeceğim. Varsın canı sıkılan varsa(mesela canı sıkılan adam gibi:)) cevaplasın:)


   Bu senenin Karmaşıklar listesinde en'ler kırmızı halıda:
  Bu sene baştan başa tam bir karmaşa idi zaten. Yaklaşık olarak beş yıl süren bir yalan maceramın vurucu ters köşe hareketini bu sene yaptım.Birinci sınıfta çapraza düşmek gibi saçma sapalak bir yönetmelik vardı okulda ve ben bunu başardım.İlk dönemlerini almadan ikinci dönem derslerini aldım.Daha da garibi dört sene boyunca çaprazda gayet başarılı gittim.Hatta en zor sınıfta yani 3te ortalama bile yaptım. Ama gel gör ki çapraza düştüğümü aileme söylemedim. Onlara hep yalan söyledim taa o zamandan bu zamana. Dolayısıyla son sınıfta dersim kalınca okul beşe uzamış oldu. Bunun da anlamı Şemsiyenin beni çağırıyor oluşuydu. Yalanlarıma yeni yalanlar ekleyerek nur topu gibi büyüttükçe büyüttüm onları, sonra leviathan gibi beni yiyecekler diye korktum. Ama artık bi kere şemsiye açılmıştı. Tek dersim kaldığını, sınavına girdiğim halde geçemediğimi söyledim. Ama aslında iki dersim kalmıştı. Altın vuruşum bu oldu. Normalde vücudum istemsiz olarak ya kızarır ya bi şekilde tepki verir ve yakalanırım yalan söylediğimde ama o kadar profesyonelce yaptım ki bu işi kendimden bile korktum.:)

   Kötüyüm ben kötüyüm diye ortalıkta fink atanlar:
   Benim için hayatımdaki en sıkıcı en berbat senelerden birisiydi. Can kırıklarımın ve pişmanlıklarımın sayısı arttı. Aynı zamanda mezuniyet yakınlaştıkça İstanbul'dan ayrılma korkusu da eklendi. Hem gitmek isterken hem de kalmayı istemek gibi enteresan bi çelişki var içimde bi türlü atlatamadığım.Salak yerine konduğum zamanlar oldu. Ki öyleydim sanırım, kendim izin verdim buna biraz da... Babamla olan ilişkim ya da zaten olmayan güvenim iyice sarsıldı.


   2010'un Güzellikleri:
   Blog açmak başıma gelen en iyi şeydi. Bir kaç derttaş ve gönüldaş edinmek ise burdan daha da güzeldi.İkinci kez dünya tatlısı bir yeğenin dayısı olmak ise paha biçilemezdi.Bu sefer erkek olması ve bana benzediğini söyleyenlerin sayısının çokluğu beni iyi hissettirdiyse de bu durum onun benim gibi olması endişesini engellemedi gerçi ama gene de güzeldi:)


   Yeni yıla girişim:
    Fakülteden mezun olmuş, ununu eleyip eleğini duvara asmış samimi arkadaşlarımdan birinin ablası vardı Sakarya'da. Bizi de tanıyordu. Hepimizi oraya davet etti. Hepimiz orda idik.Sanırım biraz yaşlandık.Sadece evde oturup sohbet muhabbet film izledik filan.:)Gerçi insan sevdiği insanlarla beraber olunca sanırım nerde ve ne yapıyor olduğunun pek de bi önemi yok.İşin en güzel tarafı da tabi ki bütün gece durmadan tıkınmış olduğumuzdu. Arkadaşlar doğum günümü ve yılbaşını birleştirip geçen seneki gibi toplu sünnet törenleri gibi organizasyon yapmışlar. Aşifteler gerçi doğum günü kekimi kendime yaptırdılar ama neyse. Hediyeler alıp verildi. İlginç bir hediye de aldım Bir boru anahtarı napacaksam artık:)Hani bu tür işlerden anlayan bi insan da değilim:) 

   Neyse sizinki de umarım iyi geçmiştir.Son olarak da Serhat'ın blogunda yaptığı gibi ben de hoşuma giden müzikleri sürekli güncelleyerek sağda paylaşmaya karar verdim.Umarım beğenirsiniz. Hadi sağlıcakla kalın.

wibiya widget