damarlarımızdaki öküz

  Bir vakitler bahsettiğim ahanda şu yazıda  bi Rus arkadaş vardı. Biz bununla haftada bir filan görüşmeye devam ettik. Hoş çocuk güzel çocuk. O benim melankolik tavırlarımı dinler, ben onun aşk maceralarını derken biz epey samimi olduk. Tabi bu arada ben ingilizcemin seviyesini geliştirirken onun da Türkçe seviyesini hayli yükselttim:)

  Bu çocukla bir vakit Taksim'de buluşmuş öle havadan sudan sohbet ederken yanımıza yaklaşık 6.sınıfta olabilecek bi çocuk geldi. 

  -Abi be! Gözler süpermiş. Saçların da öyle.Tuttum bu tarzını. Kız olsam sana verirdim. Abi ya! Gerçek mi gözlerin, saçların filan boya mı yoksa, şeklinde laflar ediyor. Bizim eleman az çok anlasa da hepsini anlamıyor tabi.

  Ben içimden usul usul söyleniyorum: "Ne abaza, öküz bi milletiz aq. Daha ufacık yaşta başlıyoruz millete sarkmaya, taciz etmeye.Gel de bunun 10 sene sonraki halini gör.Ya da vazgeçtim görme! Erkekler olarak muhtaç olduğumuz öküz zaten damarlarımızda geziniyor ama bi tut be abicim. Bi dizginle içindeki hödüğü. Bi hoooo deyip durduruver o ayıyı. Allah irade vermiş. Bu kadar mı zayıf irade denilen dizginin? Hani başka yer olsa gene bi nebze anlayabilirim de Taksim'de bari bi rahat bırakın, bi siktirin gidin yaaa."

   Ben çocuğun söyledikleri için özür diliyorum gene. Kendisi için problem olmadığını bir çok kez insanların böyle davrandıklarını söylüyor. Ne acı!

  Olayı bağlayacağım nokta şu: Yılbaşı yaklaşıyor. Mümkün olduğunca uzak duruyorum Taksim'den yılbaşlarında. Orda o rezilliği çekmektense kendi kendime sakince eğlenmeyi yeğlerim. İnsanlarımız eğlenmeyi bilmedikleri gibi içmeyi de bilmiyorlar. Ben, daha çok bir sonraki günde neler olmuşçulardanım. Açarım televizyonu haberlerde bakarım millet ne komik durumlara düşmüş diye. Siz de sonraki gün açın TV'yi seyreyleyin cümbüşü, hengameyi... 

   Taksime gitmeyip ne yapacak bu çocuk diye soracak olursanız planlarım hazır geç de olsa. Arkadaşlarla birlikte olacağız Sakarya'da toplanacağız. Ohhh bizim kızlar yemek yapacaklarmış. Tam benlik bir yılbaşı. Yeni yıla yemek yiyerek girmek ve bütün yıl yemek yemek...! Yer miyim acaba? Iyyğğğkk evet çok iğrenç oldu. Gerçi sınavlar çok yakın olduğu için bütün gece yusuf'la ilgili fantaziler kuruyor olacağım muhtemelen ama ne yapalım artık anı yaşamaya odaklanacağım. Neyse hadi kalın sağlıcakla:)

     

sıcak sıcak

Ne bileyim belki de beklenmiyordur. Neyse gerçek benle karşılaşınca korkmayın ha sakın, tamam? hadi kal sağlıcakla sevgili okur.

röportaj senin neyine

    En sonunda Saba'nın yani benim ışıltılı hulyalarımı farkeden Karamel ısrarlı, daha doğrusu tehditkar çabalarımı kulak ardı edemeyerek röportaj yaptı nacizane bendeniz ile. En kısa zamanda en doğru ve tarafsız yanıtlarımla karşılarınızda olacağım efenim.Aslında içimde bir süpermen yatıyor da haberiniz yok.Hep Clark Kent halimi gördünüz hadi bakalım bunu beğenecek misiniz?yarına kadar bekleyin anacım.

ordan burdan, aman yandan

   -->Birkaç gün boş bıraktık hemen bi atraksiyonlar, bi gelişmeler filan yaşanmış Blogistan'da. Beni de dahil etmişler sağolsunlar.Ben de varım tabi dahil olmasam zaten bi taraflarım şişerdi alimallah!:)

  -->Dünyanın en hızlı işe giren ve çıkan insanı olarak sabah 9 da işe gittim bugün ve saat 10'da ise artık ben tekrar S.Ö. dünyasına geri dönmüştüm. Bu bakımdan herhalde guiness'e(böyle mi yazılıyordu lan?)girebilirim 'en hızlı işten çıkan adam olarak'.Nasıl mı? Ben kısa dönem için çalışacağımdan ötürü yeni bir hatun kişi bulmuşlar. Benden sonra geldi haspam:) Ama neyse kızceğiz 2.sınıfmış konuşkan iyi birine benziyordu. Tanışmadan yollarımızı ayırdık:)Aslında ayrılırken "Siz beni kovmuyorsunuz ben kendim istifa ediyorum." şeklinde havalı bir gidişim olsun istemiştim ama neyse bi dahaki sefere artık:)

  --> Hava almam gerekiyordu.Ben de fırsat bu fırsat hemen bi dağ taş göreyim(neden dağ taş görmek için bir çabam varsa...?), çayır çimen seyreyleyeyim(ineklik vardı ya serde),   annecağızımın enfes yemeklerinden yiyeyim diyordum ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Gittim bi kaç günlüğüne lakin annem evde duramadı ki bana yemek yapsın. Zeytin zamanı olmasından mütevellit bizim zeytinlikteki zeytinler ve meyvelikteki mandalinler toplanmak zaruretindeymiş, kalamazlarmış yerde.Allahtan beni götürmediler.Buna da şükür.

-->Bu resmi neden mi koydum? Bir aralık ayının soğuk bir sabaha karşısında bir çığlık yırtmış ortamı.( Ebem babam olduğu için lütfen sözlerinize dikkat edin.Ebemle ilişki kurmak isteyen varsa bir daha düşünsün.) Bugün benim doğum günüm kısaca.Keser döndü sap döndü,gün geldi hesap döndü ve nihayet ben de yirmili yaşların hemen hemen ortasına geldim. Onlu yaşları terkettiğimde epey bi üzülmüştüm. Hissediyorum yirmili yaşları terkettiğimde öyle olmayacak, sevineceğim yani hatta kuduracağım bildiğin(bu noktada delirmeye başlıyorum evet):)Amacım yukardaki kadın gibi 100 yaşımda mum dikmek...Değil tabi ki! Hemen inanma her söze. Ben bu ince fikirlilikle erkenden giderim öbür tarafa. Hem kazık mı çakacam bu dünyaya.Az yaşa çok yaşa nasıl olsa gelecek  başa.Fazla bekletmeye gerek yok Koca Arab'ı.

böyle buyurdu nenem 8

 

     Evele hepiciingize bicik bicik teşekkürleemi iletiring. Destek oldunguz. Gözee zamangda herkes eyi, aman zamanıngda belli olur esas kişi. Eksik olmang hepingiz ingşallah!

    Aacık tadsız dussuz olayladan sona gine azımızıng dadı yiringe gelsing deyi nenemden bir Bolu masalı anladıvereng didim. Bizim urlada fıkra imiş, hikaye imiş, efenime söyliyen ıroman imiş  peg bilinmez.Hepiciğining adı masaldır.   

   Yukaadaki fidyoyu da aklımıza nal gibi çakıvereng Bolulu Hasan Ustayı teprik mi itsek yoksa sülalecenek bi daa kitmesek mi peg bilemedik, işeesini siz yapıvering gari, yorumunu...Niise...

    Bi vakıtla bi adamınan bi garı kövlenden başka şehere taşınmee garar vemişle. Adam gaasına dimiş ki:

    -Hanım bak gari şehere daşınıyoz, sen de şu dilingi düzeldive pirazcık.İle güne rezil olmuyam urlada.

    Nise bunla hazırlıklaanı yapmış, az kitmiş uz gitmişle, çarıklaanı eskitmişle. Yolda adamıng birisi bunlaang yabancı oldeeni angleyince "Nerelisingiz gardaş siz?" deyi sormuş. Gaası şehere iniyoz deyi peg bi sevinip durumuş , hemen adamınıng ağzından lafı kapmış:

    -Bölülüyüz! Bölülü,  dimiş. Adamı da:

    -Gııııııı...! Biz sene incel didiysek de gop mu didik deyi birebi azarlamış garing. 

    Velhasılı kelam burdan vaacemiz sonuç: siz siz olung elleng memleketleene kitmee bi halt sanmang. Oturung kövüngüzde! Aç da dursangız kendi yiringizde aç durung gençlee.:) 

hesaplaşma


BAD-I SABA(B): Bu seferki çok acıttı canımı! Boğazıma bir yumru sıkışıp kaldı.
İÇSES(İ):Beklemiyordun bu sefer çünkü. Gardını indirmiş vaziyetteydin. Diğer saçma sitelerdekilerden farklı diyordun.Onlardan gelebilecek darbelere hazırlıklıydın.Güvendin, davranışlarına, yazdıklarına aldandın.Dahası başta hoşlanmış gibi yapması, sanki olurmuş gibi davranması ümitlendirdi seni.


B:Nasıl bu kadar saf olabildim?
İ: İnanmak ve güvenmek ihtiyacındaydın.Sevgiye olan açlığın gözünü kör etmişti.


B:Hiç de bile. Etrafımda beni seven onca insan varken mi?bu onlara haksızlık değil mi?
İ: Hepsinin derecesi ve niteliği farklı farklı değil mi?Yoksa senin için sadece nicelik mi önemli olan?

B: Çok kızgınım bu sefer. En imkansız işkenceleri uygulayabilirim acımadan ona.
İ:Sen öyle san.Sen kendine ve ruhuna kızgınsın. Aptal seni,görmüyor musun ruhuna çektirdiğin işkenceyi? Çocuklaşma!

B:Şimdi ne olacak?
G:Bana mı soruyorsun?Çoktan kararını vermedin sanki!


B:Verdim aslında ama ne kadar uygulayabilirim bilmiyorum.
İ: Hangi sözünü tutabildin ki kendine verdiğin, bunu tutabilesin.Kendine bile söz geçirmekten acizsin.

B:Senin de kafanı kırmadan sus istersen!
İ:Doğru söylenen onuncu köy buldum. Orası senin içinmiş, içinin en saklı yeriymiş. Boşuna arama.Aksi takdirde kendine zarar verirsin ancak.


B:Ufffff Lanet ses! Ne olursa olsun, kim olursa olsun, hangi şartlarda olursa olsun bundan sonra herşey bitmiştir benim için.
İ: Ne kadar zavallısın!

B:Ben kimsenin yüreğine girmedim eğer gideceksem. Sırf konuk olmak için kimsenin kapısını çalmadım.
İ:Yalanını başkalarına sakla!2. sınıftaki kız için ne diyeceksin?


B:O zamanlar henüz kirlenmemişti ruhum. Hem henüz kabullenmemiştim o dönemde bu halimi.arayış içerisindeydim.Zaten farkettiysen fazla kırmamak için olayı anladığım anda da sona erdirdim.
İ:Onun kefaretini ödüyor gibi hissediyorsun şu an.

B:Alakası yok.Eeee...Şeyyyy... tamam bazen evet.Bundan sonrasında diyelim o halde. Gerçekten kalıcı olmak niyetiyle hareket ettim. Her seferindeyse sürüldüm.
İ:Gerçek dünyaya hoş geldin!


B:Ailemin sürekli hakkında baskı yaptığı kızı kabul edeceğim. Nasılsa bütün dostça ve sıcakkanlı tavrıma karşı ifadesiz kalmayacaktır.
İ:Çiçek gibi zavallı kızı da kendi çöl ruhunda solduracaksın yani?


B:...?Ne yapsaydım peki?Cinsel bakımdan tatmin olmasam da bu tür olaylarla uğraşıp yaralanmaktan iyidir. En azından ruhum onun sevgisine karşılık verecektir. Biliyorum o çok iyi, çok saf ve temiz bir kız. Keşke ona karşı bişeyler hissedebilseydim. Bu tarafın dünyasında saflık, güzellik kara cahillik olarak algılanıyor. Ne kadar kirliysen o kadar iyisin, o kadar makbulsün. Keşke burada varlığımın esamesi dahi okunmasaydı.
İ:Tüm güvenini kaybettin biliyorum. Zaten yeterince azdı.Bu son damlaydı, buharlaşıp uçtu.Güçlü olmalısın!Hayat devam ediyor.


B:Nasıl güçlü olacağımı bilmiyorum. Kırılmış hissediyorum kolum kanadım.Bişeyler olsa da dünya sürgünü daha fazla uzamasa der gibiyim.
İ:Başladın gene!Sanki ikinciye kalkışsan yapabileceksin.İlkinde nasıl da korktun? Benden mi saklayacaksın bunu.


B:Ne ölmeye dermanım var ne de ölmemeye fermanım!
İ:Bak bunda haklısın!


B:O hade ölmeyi beceremiyorsam yaralarımı sarmam gerek şimdi. Bana yardım eder misin?Uzun zaman alacak bu seferkinin iyileşmesi.
İ:Tabii.meraklanma iki güne geçer.Yaşamamış gibi olursun.Sözümden çıkma sen yeter!


B:Peki sen nasıl istiyorsan öyle olsun.Önce saralım da şu yaralarımı sonra kurarız çelikten surları.
İ:Diğerlerine yaptığın gibi onu da affedebilecek misin?
B:Şu an için sanmıyorum ama evet affedeceğim.

game over

    En çok yazmaya istek duyduğum şu günlerde daha fazla söylenecek sözüm kalmadı. Sükutum isyanımı aşacak düzeye geldi. Oyun bitti sevgili okur. Hadi geçmiş olsun...  

zorla işe alındım

  Hayat serüvenim içerisinde(kaç yılki lan hepi topu demeyin.  Yakında koskoca 24 sene olacak. inceden bir hesap yaparsak bunun ilk 10 senesini sallasak çocukluktu incikti cıncıktı diye, kalan 14 senesini de yarısını uykuda geçirdik desek kalır 7 sene, 7 senenin de en az bi 2 senesi traştı, banyoydu tuvaletti yemekti desek kalıyor geriye  5 sene. Bu ne lan bu kadar az mıydı?o_O) genelde talihim hep sonradan gülmüştür. Başta işler hep ters gider, sonradan da hep düzelir. Bilmem Allah sabrımı mı dener ama şükür ki geç de olsa düzelir her şey. Gerçi "bana faydası olmayan kilisenin papazını..." demişler. Baştan fayda etmiyorsa sonradan da etmesin diyorsun olaylar yaşanırken. Ama sonradan da olsa gelmesini tercih ediyorum ben.

   Neyse bahsedecğim olay bu değildi. Evde sabahtan akşama kadar malı büyütür vaziyetteyken iş buldum. Evet adamlar resmen beni zorla işe aldılar. Ev arkadaşlarımdan biri çalışıyordu bu dönem dersi az olduğu için. Ayrılacak oldu ama bi türlü aralarında duygusal bağ oluştuğundan söyleyemiyordu. Çocukla aynı bölümden olduğumuz için beni önermiş onun okulu bitmek üzere filan demiş. Bir gün öncesinde de benim ödevim olduğu ve işin içinden çıkamadığım için "Arasana senin avukatı ben bi kaç şey soracağım." dedim. O da aradı, ben sorularımı sordum. Kadın cevapladı. Aklım netleşmiş oldu. Sabah evde bilgisayar karşısında sineklenirken ev arkadaşım aradı. "Abi buraya gelsene." dedi. Ben şaşırdım. "Neden? Dünkü sorular için mi yoksa başka bişey mi var?" dedim. Kıs kıs güldü "Gel sen!" dedi. Neyse gittim ben. Kadın sıcak kanlı babası da öyle gibi görünüyor ve ev arkadaşımdan gördüğüm kadarıyla da  çalışma şartları iyi. Baya iyi gibi. Ben geçen dönem çalıştığımda ayakkabılarımın altı eskimişti gezmekten ama ev arkadaşım 10 da gidiyor bazen 4te geliyor, hatta bazen işi olmazsa öğlen geldiği oluyor. Fazla icra işi yok. İcra dairelerinde koşturmuyor. Aynı şartları teklif ettiler. Ben de mırın kırın ettim. "Sınavlarım var yakında izin verirseniz...Hem ben nisanda hakimliğe gireceğim, o zamana kadar da yoğun biçimde ders çalışmam gerekiyor. Bütün bunlar olursa olabilir." dedim. Hepsine evet dediler, şaştım kaldım:) 

   Aslında İstanbul'da pek kalmayı düşünmüyordum avukatlık yapacaksam ve hala da tam olarak istediğimden emin değilim. Ama bu büroda icra işi az ve kadın, marka patent üzerine avukatlık yapıyor. Bu alan henüz avukatlar tarafından çok fazla el atılmış bi bölüm değil ağırlıklı olarak. Birşey bilmiyorum, ders de almadım bunla alakalı olarak.Bunu da belirttim. "Sadece seçimlik ders vardı marka patentle alakalı ve ben o dersi hiç almadım." dedim. Problem değil bi günde nasıl yapıldığını öğrenirsin dedi.Buna bile olumlu cevap verdi.

   Ben de işi kabul ettim. Bilmem iyi mi yaptım kötü mü! Ama en azından zorla işe alındım:)Ve böyle bir şeyin insanların çok zor iş bulduğu günümüzde, ne büyük nimet olduğunun farkındayım. Bölümümü sevmiyor olsam da iş bulma olanakları bakımından kesinlikle çok rahat. Ve belki iş hayatını da sevebilirim.:) Diğer bütün şeylerde olduğu gibi şansım da sonradan açılır. Üniversitede yüzüm gülmedi belki ama iş hayatında güler, hı?Ne dersin sevgili okur? 

sallan boyun göreyim:)

    Rahmetli çerkez dedem arasıra avlanmayı severmiş. Pek silahlardan anlamam ama evin baş köşesinde her daim asılı duran tek kırma bir tüfeği vardı. Yanında da bir omuz fişeği ya da saçmaları... Hatta nenem de bir vakit evinin karşısındaki dağda domuz görmüş ve kaptığı gibi tüfeği bir iki el ateş etmişmiş. Öyle de mert ve okkalı kadındır. Ben erkek ve genç halimle bile elime almaya korkarım tüfeği.Aramızda kalsın bu he!:)Aşırı astımdan dolayı bırak ava gitmeyi hacetini gidermeye bile zorlanıyordu son zamanlarında. İnsanoğlu işte; önce civanmert, kabına sığmaz, kanı deli akan biri iken sonrasında yatağın deli gömleği misal sarıp sarmalayan acımasız kollarına mahkum oluveriyor.

   Gençlik yıllarından birinde kaç gün üstüste ava gitmiş. Ama hiç birşey vuramadan gelmiş eve. Annem de o zamanlar yeni yeni palazlanmaya başlamış bir çocukmuş. Dedem üçüncü gün tekrar ava gitmek için hazırlandığında annem yakınır bir sesle:

  -Kaç gündür gidiyorsun gidiyorsun hiç birşey vuramadan bacaklarını sallayıp geliyorsun, demiş.Dedem de buna karşılık bişey demeden evden çıkmış.

   Bizim köy iki dağın arasındadır. Karşıdaki dağın eteklerinde bağlar, köylüye ait bahçeler filan vardır. Dedem işte daha o bahçelere yeni girmişmiş ki çalının ardında bir çıtırtı duymuş. Hemen doğrultmuş tüfeğini, tavşanı vurmuş, daha uzun zaman geçmeden  eve gelmiş.

  -Bu sefer bacaklarımı sallayıp gelmedim, bak! demiş dedem.Annem sevinç çığlıkları atmış tabi. Evde bir bayram havası...

   Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bile  eliboş eve döndüğüm takdirde, rahmetle dedemin anılmasından sonra bu olay anlatılır. Ve hep birlikte tekrar gülüşürüz.

kitap mimi:)


 Ah yanaklarını mıncırdığımının Serhatı beni mimlemiş:) Bulmuş gene en sevdiğim konulardan birini.Kendisi sağolsun teveccüh etmiş blogunda mahcup oldum:) Neyse cevaplara geçelim:

     Okumana gerek olmayan kitaplar:
Genelde şu kişisel gelişim ve felsefe kitaplarını sevemiyorum bir türlü. Kişisel gelişimler hep gaz hep gaz... Eeee o zaman herkesin başarılı olması lazım bu dünyada. Madem elimizde her şey, neden bir sürü insan başarısız oluyor. Oyhhh bak nasıl dolmuşum:)

   Daha önce okuman gereken kitaplar olmasaydı okumak isteyeceğin kitaplar:
O kadar çoklar ki! Kitap almak için gittiğimde aklıma gelmiyor ama sonrasında aaa bunu da okumalıyım aaa şunu da okumalıyım dediğim yığınla kitap var. Beni büyük bi kütüphaneye ya da kitapçıya kapatıp aylarca yemeğimi verin ben de çıkmayayım:))

   Uzun zamandan beri okumayı düşündüğün kitaplar:
Evde kitaplığımdakiler; biriktirdim. Ne zaman eve gitsem hepsine bakar söz veririm kendi kendime evet bir gün sizi okuyacağım  der kapaklarını sıvazlarım:) Ama şu eski tarihi kitapları okumaya başladım yakın zamanda. Önceliği onlara vermek istiyorum. Nizamülmülk, Evliya Çelebi, İbnü Haldun gibi ünlü isimleri okumak istiyorum.
  
Uzun zamandan beri arayıp bulamadığın kitaplar:
E artık imkansız bişey artık:)

Şu anda üzerinde çalıştığın konu ile ilgili kitaplar:
Bir hikaye yazmaya çalışıyorum. Hatta zaman zaman burda paylaşsam mı diye düşünüyorum ama korkuyorum sonra. Bakalım bitirelim bi beğenirsem yayımlarım:)
Her olasılığa karşı elinin altında bulunmasını arzuladığın kitaplar


Bu konuda Reşat Nuri güntekin benim en favori yazarlarımdan olmuştur. Hatta arkadaşlara derim benim Reşat Nurim geldi diye espirisini yaparım.Onu okuyunca hayatla bağlantı kuruyorum ve  yazmak isteğiyle doluyorum. Bir diğeri de Yüzüklerin Efendisi'dir. Doğaya bakışımı değiştirmeyi başarmıştır. Her ne kadar fantastik olsa da güçlü bir kalem. İnsanların ilişkilerine dair de bir çok ayrıntı barındırıyor içinde. Elif Şafak Aşk! Biraz popüler ama olsun güzel ve anlam derinliği olan bir kitap. Son olarak da Sebahattin Ali Kürk mantolu madonna diyorum.Yeni okumuş olmama rağmen yaşıyormuşum gibi hissettiğim v eğeyce etkisinde kaldığım bir kitaptı.

Belki bu yaz okumak için bir kenara kaldırabileceğin kitaplar:
 
Yine Reşat Nuri diyorum:)) Her daim okusam sıkılmam herhalde o adamın kitaplarından:)
 
Kitaplığında öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğun kitaplar:
 
Tavuk suyuna çorba şeklindeki hikayeleri çok iyimser bulsam da diğer kitaplarım arasında olmasına gerek duyarım:)
 
Sende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığın kitaplar:
 
Lisede okuduğum fantastik kurgu kitaplarından Ejderha mızrağı serisi. Yaklaşık 8 kitabını okudum. Macera ve heyecan dışından bişey yoktu ama nedense okudum işte:)
 
Çok uzun zaman önce okunmuş olsa da şimdi yeniden okumak isteyeceğin kitaplar:
 
Peyami Safa Fatih harbiyesi ve dokuzuncu hariciye koğuşu.
 
Okumuş numarası yaptığın ama artık gerçekten oturup okumanın zamanı geldiği kitaplar
 
Elif Şafak'ın şehrin aynaları kitabını okumuştum.Normalde kolay kolay elime aldığım bir kitabı bırakmam. Ama o kitabının betimlemeleri o kadar hoşuma gitmişti ki sırf onlar için okudum ve şu an olayın en ufak ayrıntısını bile hatırlamıyorum. Hiç bişey anlamamıştım. 

sevgi, saygı, anlayış, kardeşlik 2...?

    Sanki bir gün öncesinde bir arada oturup çay içen onlar değil de yıllardır birbirini görmeyen, hasretle birbirine sarılan iki yaşlı adam vardı mutfağın ortasında.

   Bu an geçtikten sonra, normalde pek kafalarımız uyuşmasa da yeri geldiğinde ağırlığını koyan ve gayet hakperest olan babam M amcamın oğluna döndü ve biraz da aslında sitem dolu bir sesle:

   -Sende var bir birader, bende de var bir birader. Biz birbirimizi sokakta görsek arkamızdan kurşun atacağız. Ama bak adamları görüyor musun, sanki daha dün köyde görüşenler bunlar değil!
    Dedi. Amcamla dedem bunu dinledikten sonra amcam yavaş bir sesle ve ağır ağır konuşmaya başladı:

  -Siz birbirinize kurşun atarsınız tabi! Siz bizim gibi yokluk, kıtlık, sıkıntı çekmediniz ki! Bir eliniz yağda bir eliniz balda büyüdünüz. Şimdi de "sen az yedin ben çok yedim" kavgası yapıyorsunuz.Köyden bir ayrıldık mı; aş yok ekmek yok; aylarca gelinmiyordu. Çoluk çocuk, hanım köyde sefil yaşıyordu. 
    Eliyle dışarıyı işaret ederek:

  -Hani derenin kenarında postahane var ya, orda evelden bir zeytin fabrikası vardı. Kış gününde abimle çalışmaya geldik de pencerelerinde cam yoktu o fabrikanın.Zeytin çuvallarını pencerelere gerdik, benim yorganı yatak diye altımıza serdik, abimin yorganını da üstümüze örttük sabaha kadar sarılışarak birbirimizi ısıttık. Siz öyle sıkıntı mı gördünüz! Tabii birbirinize kurşun atarsınız siz.Dünyayı kurulu buldunuz çünkü. Kardeş kıymetini nerden bileceksiniz!
 Dedi.
    Ufacık mutfak...Dışarda rüzgarın keskin sesi...Soba ve çaydanlık...Buğulu camlar... Evin içinde ölüm sessizliği.Belki de anıların ve kardeşliğin sesi...
  

sevgi, saygı anlayış, kardeşlik...?

     Ufacık mutfak... Dışarıda keskin rüzgarın sesi... Pencereden üzerinde turuncu mandalinleri sallanan büyük mandalin ağacı... Camlar içerisinin sıcaklığıyla buğulu ve gündüz gelen komşu çocuğunun el izi var camda. Hiç sevmez annem ama gözünden kaçmış olmalı. Hava soğuk olduğundan soba kurulu tek odada yani mutfakta oturuyoruz. Sobanın üstünde kaynarken cızırdayan çaydanlık ve mis kokulu çay... İçerisi kalabalık. Babam, annem, ben, dedem ve dedemin erkek kardeşi M. amcamın oğlu.

    Her zamanki klasik konular konuşuluyor. M. amcamla oğlunun ya da daha geniş bir ifadeyle bütün çocuklarının arası iyi değil. Neden böyle olduğuna dair hummalı bir tartışma var. Netice? Netice yok elbetteki. Ne o zaman düzgündü araları ne de şimdi iyi. Herkesin kendini haklı görmesi, mal kavgası, ona çok verdin bana az verdin şeklindeki çocukça atışmalar ve olayların kırıcı boyutlara ulaşması...Küslük, kırgınlık, sevimsizlik...

   Neden sonra M. amcam geldi. Aslında onu beklemiyorduk ama tesadüfen araba bulamamış köye ve bize gelmiş. Elbetteki kapımız açık memnuniyetle. Ufacık mutfakta ona da bir yer bulunur, kalplerde yer bulunduktan sonra.

   Daha bir gün öncesinde dedemle birlikte köyde oturup çay içmişler kahvede. "Ben yarın ovaya iniyorum birader." demiş dedem. "Bizim de işler var ben de ineceğim ama sen git bakalım, görüşebilirsek görüşürüz." demiş amcam.

   Mutfağın kapısı açılıp amcam içeriye girdiğinde dedem ondan büyük olmasına rağmen ayağa kalktı ve sımsıkı kucaklaştılar. Sanki bir gün öncesinde bir arada oturup çay içen onlar değil de yıllardır birbirini görmeyen, hasretle birbirine sarılan iki yaşlı adam vardı mutfağın ortasında.

Yazının devamı gelecek...

   

Ferman Serhat'ın dağlar bizimdir:)

 Sevgili Serhat mimlemiş. Gerçi bu mim epeydir dolaşıyor ortalıklarda:)ama bi de benim cevaplarımı okuyun bakalım.

1.Yeni yıla nasıl ve kimlerle girmek istiyorsun?
Aslında daha önceden pek umursamıyordum kimle geçirdiğimi. Ama sanırım yurt arkadaşlarımdan bu sene yanımda Ö'nün olmasını isterdim. Kendisinin bana karşı ilgisi olduğunu sezmekle birlikte kimsenin bişeylerden bahsedecek cesareti olmadığı için arpa boyu mesafe alamamıştık. Çok şeyler yaşadık, epey yakınlaştık ama öyle mal gibi sonuçlandı. Yaşadığım yürek sızılarından sonra sanırım onunla olmak huzurlu gelecek bana. Sıcak bir soba başında kestane yiyerek girmeyi tercih ederim onunla yanyana olduktan sonra:)

2.Yeni yılda neler yapmak istiyorsun?
Kendimi temize çekmek istiyorum. "Sil baştan başlamak gerek bazen" malum:)Keşke Eternal sunshine of the spotless mind filmindeki gibi bişey mümkün olsa:((

3.Yeni yıl sence ne demek?
Bir sene daha yaşlanmak, yeni arkadaşlıklar edinebilmek, yeni bir aşk yeni bir iş yaşamaya dair yeni bir neden:)))

4.Yeni yılda ne olsa mutlu olursun?
Şu çalışmak zorunda olduğum ama bir türlü çalışmaya başlayamadığım, buna dair içimde en ufak bir isteğin dahi olmadığı hakimlik-savcılık sınavını kazanırsam ohhhh değmeyin keyfime:)

5.Yeni yıla dair mesajın nedir?
Efenim öncelikle Şemmamme şarkısı yasaklansın. Ki insanlar rahat bir nefes alsın, ruh sağlıkları bozulmasın. Nihat doğan devrim niteliğinde bir karar alsın ve piyasadan tekelini çeksin, ayrıca tekrar  Bolulu hasan usta bu herifi reklamlarında oynatmasın.yoksa oraya gitmekten vazgeçeceğim. Eniştem zavallı yeğenlerime İsmail Yk dinletmesin. Kız yeğenim de yanımda böylece onun şarkılarını söylemesin:) Son olarak da penguenler üşümesin istiyorum:)yeterli sanırım bu mesajlar:)

ikinci mimi sevgili Serhatın:
2010'da en mutlu olduğun şey nedir?
Okulumun bitmeye ramak kala bana sol köşeden bir rövaşeta(böyle mi yazılıyordu la bu?) çakarak bitmemesi. Beni çok sevindirdi(!) acayip mutlu oldum bundan(!):)
Amasya'da tüm mahalle arkadaşlarımla mükemmel vakit geçirmek...:)

2010 senin için nasıl bir seneydi?
Daha öncki senelere nazaran yeni açılımlar yaptığım, pişmanlıklarımın ağırlıklı olduğu bir seneydi. Yazın çok sıcak geçmesi dolayısıyla kışın gelmesini istediğim, ama şimdi de tekrar yazın gelmesini dört gözle beklediğim, doğru düzgün denize bile giremediğim, babamla bol dalaşmalarımızın olduğu, iş hayatında bi görünüp kaybolduğum lanet bi seneydi işte:))

2010'a nasıl girmiştin?2011'e nasıl gireceksin?
Pek hatırlamıyorum sarhoştum:)) dersem inanmayın tabi (ben içki kullanmıyorum):) Ama sanırım ev arkadaşlarımla birlikte geçirmiştim. "Acaba saat 12de uyusak bütün seneyi uyuyarak mı geçiririz?" şeklinde iğrenç espirilerin cirit attığı bi yer burası...Evet görüyorsunuz ne ka hareketli bir yaşamım var:)

2010'da yapmayı çok istediğin yaptığın/yapamadığın 5 şey nedir?
yapamadıklarım:
*Okulu bitirmek istiyorum. Bütün arkadaşlarım stajlarını yaptı ve ben facebookta onların beratlarını alışlarını ciğerci kedisi gibi izlemekle yetiniyorum sadece:((
*İki hafa sonra bahsettiğim sınava giremeyeceğim ki sanırım bu da yapamadıklarım arasına girebilir.
*Denize daha fazla girmek istiyorum yazın.(bunu hem yaptım hem yapamadım aslında.yapamadım dediğime bakmayın bir ay denizden çıkmadım ama normalde üç ay çıkmadığım için az geldi bu sene:)
*Yurt dışına çıkmak istiyorum.Şöyle kuzey ülkelerine gitmek. Nedeni karmaşık sanırım insanlardan sıkıldım, kimsenin tanımadığı yerlere gitmek, daha beyaz insanların olduğu:)
*tabi ki adam gibi bi sevgili bulamadım:)(hoş burda özeleştiri yapmak gerekirse ben de pek adam gibi adam tanımlamasına ne kadar giriyorum tartışılır.)

yaptığım:
* Yeni insanlarla tanıştım. Özellikle yabancı kimselerle.Uluslararası arenaya açıldım sanırım:)
*Böylece ingilizcemi ilerletmiş oldum.
*Yeni insanlar tanımaya dolayısıyla insanların gerçek yüzlerini yavaş yavaş görmeye başladım. ayıldım bi anlamda saf anadolu çocuğu hallerimden.
*Nenemin beni ne kadar çok sevdiğini görmüş oldum.
*Blog yazmaya başladım. Burdan iyi insanlar tanıdım. Kimiyle görüştüm, iyi ki de görüştüm:)

  İkisi birbirine yakın mimlerdi o yüzden benzer cevaplar olmuş olabilir.Sürç-ü lisanımız affolsun.Ben de Sena'ya,Bucera apla'ya,Serhan'a(okuyor mu bilmiyorum beni:)),Cem'e paslıyorum. Hadi bakalım. Dökün kirli çıkınlarınızı:)Diğerleri cevapladı diye göndermedim alınmasınlar litfen:)

pempe tişört erkeklere yakışır mı

     Bu hikaye geçmiş zamanların etkisiyle yaşanmış ve öylece aktarılmıştır. Şahıslar ve olaylar tamamıyla gerçektir.

    Tiviler bangır bangır Şaşkın-ı memnu bölümleri yayınlarken, gazetelerde, orda burda " aaaa ne ahlaksız bir diziymiş! İnsan yengesiyle şey yapar mıymış! Dünyanın çivisi çıktı ayol!" şeklinde dedikoduların etrafta fink attığı ama kimsenin de izlemekten geri kalmadığı zamanlar...

   Ben naçizane Türk dizilerini pek sevmem. Sevsem de sürekli takip edemediğim için izlemeye yeltenmem. Ama tatil sebebiyle memlekete gittiğimde arkadaşlarımdan, gezip tozmaktan gayrı kalan vakitlerimde yüzümü görsünler diye kırar dizimi ailemin yanında otururum. (Tabi bu sırada ağzım boş kalmaz hiç. Annem sağolsun sürekli bişeyler getirir teper, tabi oğlunun Etiyopya bozkırlarından hallice tavrını gören kadın ne yapsın başka. O bir anne neticede!) O sırada bir kaç sahne yakalayıp sora sora anlayabilirsem diziyi ne ala! İşte öyle günlerden birinde -annem Allahtan böyle kadın programları seyreden ve Şaşkın-ı memnudan hazzeden bi insan değil- şu meşhur Şaşkın-ı memnu yeni çıktığı için, meraktan olsa gerek izliyorlar.

   Bazı ikoncan, tikican, selocan vb gibi isimler verilen tipler vardır ya hani, işte bu tipler pembe  şeyler giydiklerinde acayip de yakışır bu heriflere. Hep kıskanmışımdır. Neyse işte, yakışıklı ve seksi Behlül'ümüze benim içim giderken adam pembe bir triko ya da kazak gibi bişey giydi. Allahım nasıl yakıştı nasıl yakıştı, benim göz bebeklerim anında büyümüştü. Büyümesiyle ertesi gün alışverişe çıkacağım geldi aklıma. "Benim neyim eksik lan! yakışır belki olm, açar seni. Hem bu zamana kadar bir kez bile denemedin ki." şeklindeki kendimi ikna çalışmaları sonuç vermiş ve bulduğum ilk pembe kazak tişört ne olursa farketmez, denemeye karar vermiştim.

   Annemle gittik bir mağazaya girdik. Normalde annem giyim kuşamıma hiç karışmaz. "Nasıl, yakıştı mı?" diye sorsam "Sen beğendiysen güzeldir oğlum." der geçer. Bunun ardında hevesini kırmama anlayışı vardır. Bilirim ben, çok ince fikirli kadındır benim annem.

   Gördüğüm ilk tişörtün güzel mi, çirkin mi; bana yakışır mı, tarzım mı, değil mi olduğuna bakmadan hemen atladım. Bakmaz kıçının samsağına çıkar dağın yükseğine misali. Sanırım yakalı bir tişörttü. Tamam zayıf bi insan olduğum için yakalı tişörtler daha çok gider, bu bakımdan problem yok. Ama problem renkte! Kabinden çıktım. Annem şööööyle bir süzdü. " Hafif burun kıvırdı. Yok oğlum yaa! Sanki pek yakışmadı, olmadı.Ama gene sen kendin bilirsin." dedi.

   O zamana dek böyle bir cümle duymaya alışık olmayan ben kısa süreli bir şok yaşamış sonrasında gülme krizine yakalanmıştım. "Ama canım ne var yakışmadı işte." diyen annemin sesi derinden ve pek bir manalı gelmişti. O an anlamış ve üzerimdeki pembe tişörte veda etmiştim. Tekrar üzerime giymemek şartıyla. Başlıktaki soruya gelecek olursak yakışmaz efenim yakışmaz. Eğer ben gibi kalıpsız, etsiz-butsuz, bağırsaklarınızda tenyalarınızla yakın ilişki haline  bir adamsanız yakışmaz. Şansınızı fazla zorlamayın...

oyun

     Ben de bırakıp gitsem acaba bu veletler hala oynamaya devam ederler mi diye düşünürdüm hep. Sanki ben çıkınca oyun da bitiyormuş gibi... Histerik bir akıl muamması. Oyunun en önemli karakteri olmak veya öyle olduğunu düşünmek de neyin nesi? Ne ukalalık!

    Oyunda eğer çok insan yoksa o zaman ne âlâ! Bu dediğim gerçekleşebilir belki. Ama aksi durumda kimse sallamayacaktır.

    Bu çocukça düşüncem şimdi boyut değiştirdi. Acaba bir gün bu dünyadan gittiğimde herkes yaşamaya devam eder mi? Yoksa hayat durur mu? Oyunun benim açımdan biteceği kesin ama ya diğerleri için...?En önemli karakter olmak veya öyle olduğunu düşünmek de neyin nesi? Ne ukalalık!  Oyuncu (hem gerçek hem mecazi anlamda) çok burda. Kimin umurunda?Ha bir eksik ha bir fazla!

çok boktan bir muhabbet +16

    
    Konu çok boktan.Okumak istemeyen varsa baştan söylesin ya da sonsuza dek sussun!:)

    Herşey aslında o uğursuz yurdun kantininde başlamıştı. Farketmeden hepimiz, koskoca masaya sığamayan 7 kişi, ne zaman bir araya gelsek hep aynı muhabbet açılır olmuştu. Bilmiyorum bunun sebebini. Belki hepimiz daha önce böyle birşeyle karşılaşmamış olduğumuzdan, belki de  bazı homosaphienslerin evrimlerini tam olarak tamamlayamadıkları için  hal-hareket ve davranışlarını tanımlayamamamızdan kaynaklanıyor olabilirdi.  Bir müddet derslerden, fakülteden, kızlardan sohbet edildikten sonra laf dönüp dolaşıp malum konuya gelmişti: "BOK!"

     Evet, nasıl olup da oraya geldiğimiz konusunu düşündüğümüzde garip bir biçimde kimsenin bir şey hatırlamadığını farkettik. En son her horozun kendi çöplüğünde eşindiği konusunu tartışıyorduk. Ama hangimiz  memleket meselesini bu noktaya getirmişti acaba? Sanırım olay horozun nasıl olup da o boklu şeyeri eşeleyebildiğinden bağlanmıştı. Ve nihayetinde burdaydık.
   
   -Ne mal insanlar var aq ya! Bi deliği tutturamıyorlar. ayak basılacak yerlere sıçratıyorlar.Hiç mi bişey görmediniz dünyanızda?hiç mi aileniz anlatmadı? Hadi onu geçtim üniversiteye gelmiş adamsın, çevrene bakarak da mı öğrenemiyon hayvan!

     Derken işin seyri değişir:

    -Ya oolum geçen gün biri bi sıçmış Allah belasını... Adam sanat eseri yapmış resmen. Böle üsüste üç kat kondurmuş.çizgi filmlerdeki gibi...

   -O bişey mi bee! geçen herifler tuvaleti tıkamışlar. Sonra gelen sıçmış giden sıçmış!tuvaletin olacak yanı kalmamış. Temizlikçiler çıldırmış kim yapıyo bunu diye.

   -Olm çok pis dalcam birisi de eliyle mi alıyor bilmiyorum böyle duvarlara filan sürüyor. Kara kalem çalışması yapıyor yavşak.

      ...

   -Olm ben çok acıktım ya!Bi şey isteyen var mı?

   -Ne midesizsin aq seni ya!!!:)

  

babaannem

   Bu zamana dek "nenem" diye bahsettiğim kişi anneannemdi. Ama hiç biri de çıkıp sormadı ki bu çocuğun babaannesi var mı diye. Var efenim var. Bizim neyimiz eksik! Ama şahs-i mübarekleri biraz huysuz, biraz lafını bilmez, birazdan öte alıngan şahsiyetlidir; tam bir kaynanadır kısaca. Dolayısıyla da aile içerisinde pek bi sevilmezler.

   Çocukları içerisinde babam en fazla saygı gösteren, en çok işleriyle ilgilenen, en fazla seven kimse olmasına karşılık, babaannem her zaman köydeki kızlarını daha fazla sever, kollar. Onlara laf söylenmesine katiyetle karşıdır. Kendisi annemin başörtüsüne, çatal donuna(bunu yanlış anlamayın,iç çamaşırı değil, kapri şeklinde Egede giyilen kumaştan yapılma şalvarı andırsa da benzemeyen bir giysi kendisi) karışırken halama aldıkları gelin çıplak gezse tek kelime etmeyecek kadar kızlarına düşkündür. Ama kızları evi temizlenecek olsa aynı köyde oldukları halde gelmezler, annem yapar; salça çıkaracak olsa kendi başına çıkarır babaannem, zira kızlarının işi çoktur. Bağa gidilecek olsa su bile vermek için gitmezler.Annem önceden her şeyini yapardı ama artık o da yaşlandı, bu haksızlık karşısında daha fazla sessiz kalmıyor ve saygıda kusur etmese de karışmıyor işine.

   Bir şey kafasına takılmışsa şayet, bunu bıkmadan usanmadan milyon kere söyleme yetisine sahip. Bu durum artık bir yerden sonra insanı çıldırtma noktasına getiriyor. Mesela alınması gereken bir ilacını unutsam: "Vah vah vah, tüh tüh tüh. şimdi ne olacak!ilaç alınsaydı iyiydi. Yarın eczaneler açık olmazsa..."vıdı vıdı... Bir yarım saat sonra "Tüh bak görüyon mu?Alınmadı da ondan böyle oldu.vah vah vah tüh tüh tüh..." bir yarım saat sonra tekrar. Sonra sen çıldırıyorsun, o oluyor. Allahtan ki babama bu huyu çok az geçmiş. Hatta bu durumdan babam kendisi de oldukça rahatsız olduğundan biz de lafımızı sokarız babama karşı: "Aman sen de hacı nenem gibi olma!"  deriz. O zaman susar. Tabi bunu yaparken gülerek söylediğimiz için "Naparsın kanımızda var. Armut dibine düşüyor." deyip geçiştirir, kızmaz.

Pek bir safdildir kendisi ayı zamanda. Ufacık ilçeye köyden geldiği vakit garajdan bizim evi bulamaz. Halbuki kaç sefer gelmiştir, üstelik ev uzak da değil. Bahçe kapısını açamaz. Biz kalkar açarız. Uffff!!!:)O kadar yani...

 Neyse napalım babaannemiz sonuçta belki bizde ondan bişeyler almışızdır. Malum armut dibine düşer:)(Almamış olmayı tercih ederim gene de, sanmıyorum da:))

bir yaz günü

   Yazın en civcivli sıcaklarının olduğu günler... Otursan dert, yatsan dert, kolunu koysan dert, kaldırsan gene dert; mayış mayış bir sıcak yani.
Bir nebze de olsa geceleri rahat nefes alabiliyor ve gündüzün sıcak hararetinden sonra kendimize gelip arkadaşlarla iki lafın belini kırabiliyorduk.

   Yaz günü bile olsa saat 11 dedi mi el ayak kesilir, sokaklarda birbirini gizliden gizliye kesip kurşun atacak kedi köpekten başka mahluk kalmaz ve Teksas katliamını çeksen kimsenin kılı kıpırdamaz bir yerde yaşıyorduk.

   Mahallenin meydanında ortasında havuzu olan, fışkiyesinden(fıskiye değil dikkat:) su fışkıran, ağaçlıklı kahvenin parkında oturuyorduk. Tabi bütün kış derslere girip çıkmışız yorulmuşuz yazın sıcak günlerinin bu serin akşamlarında eş dostla yarenlik edeceğiz, hakkımız malum. Biz öyle düşünüyoruz en azından.

   Gece devriyesi gezen polisler bizi görünce it kopuk tayfadan olmadığımızı bildikleri için bize baktıklarında hafif bir baş selamı ve yapmacık bir gülümsemeyle  yetiniyoruz. 

   Evler genelde müstakil ve bahçelidir. Ama tabi bu hiç apartman olmadığı anlamına gelmiyor. Olanlar da gerçi öyle şapka düşürtecek cinsten değil. En fazla üç katlı.

   Mahalle meydanında da böyle bir apartman var. Ve kapısı da açık bırakılıyor-muş.Biz sonradan farkediyoruz tabi bu durumu.Ama aldırış da etmiyoruz bu duruma. çünkü zaten fısıltı halinde konuşuyoruz kimseyi de rahatsız etmiyoruzdur herhalde diye hepimizde bir kanı var. Meğer ediyormuşuz. Sıcaktan bunalıp da entarisinin eteğiyle malum yerlerini serinletmekten ve sivrisinek cırıltısı dinlemekten yorulmuş ; kovalamaktan bıktığı o sivriseneğe karşı olan hıncını bizden çıkarmak isteyen bir yaşlı teyze varmış o evde. Önce devriye gezen polisler yanımıza geldiler. Biz her zamanki tüm sevecenliğimizle baş selamımızı verip hafif de gülümseme görevimizi hallettikten sonra gideceklerini sanırken birisi: " Gençler! gürültü yapıyormuşsunuz, uyuyamıyorlarmış. Dağılsanız artık? Bak vakit geç de oldu." dedi. " Yok valla abi! Fısır fısır konuşuyoruz zaten, biz zor duyuyoruz birbirimizi." ezikliği içerisinde çırpınırken daha fazla devlet memuruna mukavemet etmek yerine çalıyı dolanmayı tercih etmiş ve paşa paşa fırından çıkan, elini dilini yakan simitlerden alıp evlerimize dağılmıştık.

    Ama tilkinin de kürkçü dükkanından başka gidecek yeri yoktu elbette. Ertesi gün gene gitmiştik aynı yer, aynı zaman. Yaşlı teyzenin uğraşacak bir kocası olmasa gerektir ki polislerin bizim için vız gelip tırıs gittiğini görünce işe kendisi el atmaya karar vermiş ve balkona çıkarak olay mekanını har vurup harman savurmuştu kelimenin  tam anlamıyla. kelimeleri ağır ve yürek dağlayıcıydı.Burda dillendirmek bile tekrar gözlerimin dolmasına sebep oluyor.(bu yaşlı teyzeler de daha bir ağızları bozuk oluyor:))

  Kaderin oyununa bakın ki üçüncü gece gidecek başka bir yerimiz olmadığı için tekrar gelmiştik aynı yere. Bu sefer teyzem önlemini almış ve  bizim gelme ihtimalimizi göz önünde bulundururak sonraki hamlesi için hazırlıklarını tamamlamıştı. Biz tüm olacaklardan habersiz  yeme yaklaşan ürkek ceylan misali teker teker toplanmıştık ve koyu bir sohbete kendimizi kaptırmıştık. Kah gülüyor kah in-cin hikayeleriyle tüylerimizin diken diken olmasına yol açıyorduk. Tam bu sırada elmacıklarına iki parmağıyla kömür karası çalmış teyzem balkona çıkmış ve bize yukardan bir tuğla atmıştı. Zaten ürkünç hikayelerle hepimiz diken üstünde olduğumuzdan bu müthiş gürültü karşısında vecde gelen cemaat misali "ALLLLLLLAAAAAHHH!"  diyerek yerimizden zıplamış ve gece vaktinin sessizliğini yırtan bu muazzam patlama sayesinde nutuklarımız tutulmuş vaziyette ne olduğunu anlamaya çalışmıştık. Ama bunun için fazla bir çaba sarfetmemize gerek kalmamış, gözlerimizi balkona çivileyip kalmıştık. Oradaydı teyze; yıllardır gelinine, kardeşlerine, polislere, belediyeye, hatta oy vermiş olduğu partisine karşı biriktirdiği ne varsa bir çırpıda boşaltmıştı.

   Hepimiz bu işin sonunun hayra gitmediğini eğer biraz daha orada kalmaya ya da buluşmaya devam edersek teyzemin dede yadigarı kırmasıyla tanışmak zorunda kalacağımızı anlamıştık. Ve bir daha da gece 3 civarlarında o evin yakınlarından geçmemiş, dersimizi çok güzel bir biçimde almıştık.


Not:şu twitter bana pek bi saçma gelmişti ama.bakalım açtım gene de başladım yazmaya:https://twitter.com/#!/birdeliolsamya

sena'ya:)

"Senin adına sevindim dedim Sevgili Sena'ya.insan hakikaten birinin varlığına muhtaç. En güçlü olanlarımız bile bir başına kaldıklarında yaslanacak bir gonül aramıyor mu?ve gerçek gonül eşini bulduğu takdirde de belki de nirvanaya erebiliyor.ama nirvanya erinceye dek sanırım bir çok kurbağa opmesi gerekiyor. her kurbağa da ağızda başta tatlı sonra biraz acı biraz ekşi  biraz kekremsi  bir tat bırakıyor. ağzımın daha ne kadar tadının bozulması gerekiyor bilmiyorum ama opmekten vazgeçmek sık sık aklıma gelen bir düşünce. midemi bulandırıyor çünkü. 
Sıradaki kurbağa lütfen.....:)"
 o kelime doğrulaması yüzünden genişleterek yazdığım bu yorumu goremeyecekti ben de buraya yazmaya karar verdim ki gorsün kaldırsın o lanet uygulamayı diye:))

olle

   Nerden ve nasıl gelmiştik bu Allah'ın cezası buzun ortasına bilmiyorum. Daha doğrusu buz olduğundan bile emin değilim. Sadece goz kamaştıran bir beyaz ve neredeyse insana bir hiç olduğunu hatırlatacak kadar uzun, düz bir ova...

   Çekik gozlü, kazak ya da belki yakut'lardan olabileceğini tahmin ettiğim bir aile...bir iki nesil bir arada yaşıyorlar. başka da ne çadır var ne de ev... Epeyce kalabalık. Ortada bir masa etrafına toplanmışlar. Bir bakıyorum annem de onlarla sohbet ediyor. Sırtı donük yüzünü goremiyorum. Hiç bakmıyor da yüzüme. Sohbet koyu anlaşılan. ama o an için hangi dili konuştuklarıyla ilgilenmiyorum. duymuyorum çünkü onları.

  Dışarıda dolaşayım diyorum. Ama evin dışında iki aslan mı kaplan mı olduğunu tam anlayamadığım varlıklar. Huzursuz ediyorlar beni. aslında düşmanca bakmıyorlar ama varlıkları bile yetiyor. O bahsettiğim ailenin evcil hayvanları imiş. sonradan oğreniyorum tabii bunu. "korkma" diyorlar. nasıl olacaksa o iş? Kesilmiş ve pişirilmiş kocaman bir geyik var masanın ortasında. hem de kocaman bir yığın yapılmış. kemiklerini de aslanlara vermişler. onlar onu yedikten sonra bana verilmiş iki etin kokusunu alıp yanıma yanaşıyorlar. çadırdan içeri giriyorum. bunları alın rahatsız ediyorlar beni diyorum. sonra geyik etini tattığımda gerçekten muazzam olduğunu anlıyorum tadının. o kadar ki hala bile lezzeti damağımda. halbuki daha once hiç geyik eti yememiştim. gidip bi kaç parça daha istiyorum ama bir bilemedin iki parça koyup veriyorlar. isyan edesim geliyor orda çok fazla var bana neden bu kadar az veriyorsunuz diyesim geliyor. Ama diyemiyorum uyanıyorum çünkü tam o sıra:)

 Çok fazla ve çok enteresan rüyalar gordüğümü soylemiştim.bu da onlardan birisi.o kadar net hatırlıyorum ki bu rüyayı fotoğraf bile bulamadım o mekana dair. oldukça gerçekçiydi.
    Bu benim olmayan bilgisayarda o(noktalı olanı) çalışmadığı için o(noktasız olanı)yu kullanmak zorunda kaldım. bilgisayarsızlık ne kotü bişeymiş. keşke getirseymişim bilgisayarımı. pişman olacağımı bile bile üstelik... çok malım evet:)çok fazla takip edemiyorum sizleri sevgili okur bu kusurumu bağışlayın. en kısa zamanda donmek dileğiyle.

resim devianarttan.

wibiya widget